Turizm şirketlerinin vazgeçilmez turudur Budapeşte- Prag- Viyana üçlüsü. Viyana’yı bir, Prag’ı iki kez ziyaret ettiğimiz için bu kez de Budapeşte’yi görmek istedik. Doğu Avrupa’nın bu soğuk ve görkemli şehri görülmeyi hakediyor.
Bilindiği gibi Budapeşte Macaristan’ın başkenti. 10 milyon nüfuslu ülkenin 1/5’i bu şehirde yaşıyor. Orta Macaristan’ın kuzeyinde, heybetli Tuna nehrinin iki kenarına kurulmuştur. Aslında ırmağın batı kıyısındaki Buda ile doğu kıyısındaki Peşte tarih boyunca ayrı şehirler olsa da, 1873’de iki şehir birleştirilerek Budapeşte ismini almıştır.
TARİHİ:
Buda ve Peşte tarih boyunca istilaya uğramıştır. Romalıların işgal ettiği şehir, kavimler göçü esnasında Hunlar, Gotlar, Avarlar ve Macarlar tarafından istila edilmiştir. 13.yüzyılda her iki şehir Moğollar tarafından yakılıp yıkılmıştır. Tarihimizde 1541 Mohaç Zaferi olarak bilinen muharebe ile şehir Osmanlı hakimiyetine girmiştir. Osmanlı hakimiyeti 150 yıl sürmüştür. Bir parantez olarak belirteyim, Evliya Çelebi seyahatnamesinde o dönemde Buda’da 25 cami, 47 mescit, 12 medrese, 16 mektep, 2 hamam, 8 kaplıca, 9 han, 1 saat kulesi ve 1 bedesten bulunduğunu yazmıştır. Günümüzde ise bu eserlerin yerinde yeller esmektedir. Buradan Macarların Osmanlı’yı pek hazzetmediği ve Osmanlı hakimiyetine dair fazlaca birşey hatırlamak istemediğini çıkarabiliriz bence.
1686’da Habsburg hanedanlığının kontrolüne giren şehir, Birinci Dünya Savaşı sırasında 1919’da Rumen istilasına uğramıştır. Bir türlü makus talihini yenemeyen şehir en büyük trajediyi İkinci Dünya Savaşı esnasında Alman saldırıları ile yaşamıştır. Şehir tüm köprüleriyle birlikte büyük ölçüde yıkılmıştır. Savaş sonrasında Rusya işgali ile birlikte komünizm yılları başlamıştır. İsyankar Macar halkı zaman zaman Ruslar tarafından tanklarla cezalandırılsa da, sonunda Macar ulusu bağımsızlığına kavuşmuştur. Endüstriyel gelişme ve turizm ile birlikte şehir oldukça kalkınmış ve zenginleşmiştir.
Şehir Habsburg hanedanı döneminde gerek mimari bakımından gerekse sanatsal anlamda çok gelişmiştir. Şehir bu dönemin mimari ve kültürel mirasından turizm geliri olarak faydalanmakta. Şehir hanedanlık boyunca her ne kadar Viyana’nın gölgesinde kalmış olsa da, Peşte’de inşa edilen 18 ve 19 yüzyıl eserleri ile bu açığı kapatmak gayretinde sanki.
GENEL :
Budapeşte Ferenc Liszt Uluslararası Havaalanından şehre ulaşmak için otobüs kullandık. Hemen havaalanı önünde bulunan otomatik gişelerden (biraz zorlanarak) biletimizi aldık. 200E no.lu otobüs ile M3 numaralı metro hattının başlangıç durağı olan Kobonya-Kispets durağında inip, yakın mesafede bulunan otelimize yürüdük. Single ticket 60 dakika, transfer ticket 90 dakika kullanılabiliyor. 24 hours travel card alırsanız beş kişi 24 saat kullanabilirsiniz.
Taksi seçeneğini tercih ederseniz şehir merkezi için ortalama 25 euro ödüyorsunuz. Dönüşte dört kişi olduğumuz için otele taksi çağırdık ve yaklaşık 20 dakikalık bir yolculuktan sonra havaalanına vardık.
Şehirde yaygın bir metro ağı var. Zira Budapeşte metrosu Dünya’nın en eskilerinden. Saatlik, günlük veya haftalık bilet alıp otobüs hatlarını da kullanmak mümkün. Tuna nehrinin iki yakasını boylu boyunca gezmek için Buda’da 19, Peşte’de 2 no.lu tramvayı kullanabilirsiniz.
Biz bunların hiçbirini tercih etmeyip, hop on- hop off otobüsleri kullandık. Üç büyük firma var. Offical Hop On- Hop Off , City Sightseeing Budapest ve Budapest Sightseeing. Bu üç firmanın çalışanlarını tüm turistik mekanların önünde bilet satarken görebilirsiniz. Biz Official Hop On – Hop Off firmasından 24 saatlik süre için geçerli ve tüm hatları içeren (red line, blue line, yellow line, orange line) bilet aldık. Tekne turu da dahil olmak üzere kişi başı 20 euro ödedik. Budapeşte için yaptığımız en mantıklı hareketin bu olduğunu düşünüyorum. Zira şehir nehir ile ikiye bölünmüş ve mesafeler uzak. Yürüyerek her yeri gezmek imkansız. Tek tek otobüs ya da metro değiştirmekten ise, otobüste otomatik rehber eşliğinde – hem de Türkçe 🙂 – her bir önemli noktayı gezdik. İstediğimiz yerde inip, bir sonraki duraktan tekrar bindik. Gerektiğinde hat değiştirerek şehri layıkıyla anladık. Hava karardıktan sonra katıldığımız tekne gezisi de turun bonusu oldu. Şehir en iyi ışıklandırılan Avrupa şehirlerinden olduğu için, tekne gezisi yapmamak kayıp olurdu.
Macaristan Avrupa Birliğine bağlı ve Schengen vizesi uygulayan ülkelerden. Euro kulllanılmakta ise de kendi para birimleri olan Forint (HUF) daha yaygın olarak kullanılmakta. Örneğin Bir Avrupa ya da Dünya markası olan mağazadan Euro ile alışveriş yapma imkanı var. Lakin bir bakkaldan su veya büfeden bir sandviç alacaksınız yanınında forint olmalı. Harcayacağınız paranın bir kısmını euro, bir kısmını forint olarak bulundurmak mantıklı olabilir. Havaalanındaki döviz büroları pek ekonomik değil. Paranızı şehrin içindeki döviz bürolarında bozdurmayı tercih edin. Forintin Türk Lirasına göre değeri düşük. 100 forinti üçe bölünce ortalama 33 Türk Lirasına tekabül ediyor.
Şehir oldukça temiz ve güvenli. Gece ara sokaklarda dahi sıkıntılı bir duruma rastlamadık. Dikkatimi çeken bir nokta ise şehirde adım başı evsizlere rastlamış olmaktı. Şehrin yerel halkı için son derece doğal olan bu durum, beni derinden etkiledi. Sokak köşelerinde, köprü altlarında – hem de Doğu Avrupa’nın buz gibi kışında- yatıp kalkan ve çoğunluğu 50-60 yaş üstü bu insanlar sanki görünmez olmuşlar. Dilenmiyorlar, rahatsız etmiyorlar, genellikle uyuşmuş vaziyette yatıyorlar, halk da onlara aldırış etmiyor, zabıta ya da polis kaldırıp götürmüyor.
Diğer şaşırdığım olay ise, şehirde her cuma günü tekrarlanan bir uygulama. Akşam üzeri saatlerinde hemen her caddenin her sokağın başına kırık dökük eşyalar gördük ve baştan bir anlam veremedik. Mahalle sakinleri evlerindeki fazla eşyaları sokağın kenarına döküp bırakmışlardı. Yatak yorgandan tutun, beyaz eşyaya, mobilyaya ve hurdaya kadar aklınıza gelebilecek her şey. Bu eşyaların işlerine yarayanlarını evsizler ve yoksullar topluyor, kalanlar ise gece yarısı Belediye tarafından temizleniyormuş. Sabah sokağa çıktığımızda tek bir eşyaya hatta bir çöpe bile rastlamadık.
Şehrin kaplıca kültürü Romalılar döneminden beri süregelmekte ise de Osmanlı döneminde daha da önem kazanmış. Her iki yakada 118 doğal termal kaynağının beslediği toplam 15 kaplıca bulunmakta olup, açık havadaki termal havuzlarda yapılan havuz partileri dillere destan. Vaktiniz olursa bilhassa Szecheny Kaplıcasının dev açık termal havuzunda yüzün.

Otellerin büyük çoğunluğu Peşte tarafında. Dolayısıyla turist yoğunluğu da şehrin Peşte kısmında. Kaldığımız K+K Hotel Opera Budapest, Peşte’nin en şık ve en güzel caddesi Andrassy ut üzerinde, görkemli opera binasının hemen yanındaydı. Boooking.com.dan bulduğumuz bu dört yıldızlı otelin konumu mükemmel olduğu gibi, kahvaltısı tatmin edici, odaları temiz, dekorasyonu iç açıcıydı.
TUNA NEHRİ :
Tuna nehri 2779 km.lik uzunluğu ile 10 ülkeden geçen Avrupa’nın en büyük ikinci nehri. Ortalama genişliği 400-500 metre ise de bazı yerlerde 1200 metreyi buluyor. Almanya’dan doğup, Karadeniz’e dökülüyor. Buda ve Peşte’yi de birbirinden ayıran heybetli Tuna, sanki hiç akmıyor gibi sabit görünüyor. Rengi her daim kahverengi.
Buda ile Peşte’yi birbirine onlarca köprü bağlıyor. Tuna nehrini süsleyen bu köprülerin tamamı ne yazık ki 2.Dünya Savaşı sırasında Almanlar tarafından bombalanarak ağır hasar görmüş. Savaşın bitiminden sonra tüm köprüler aslına uygun olarak onarım görmüş.
Zincirli köprü ( Chain Bridge – Szecheny lanchid) :Nehir üzerinde özellikle gece ışıklandırmaları ile gerdanlık gibi görünen bu güzelim köprülerin elbette en ünlüsü olan Zincirli köprü Buda’yı Peşte’ye bağlayan ilk köprü olma özelliğini taşıyor. 1849 yılında açılan köprü taş ve dökme demirden yapılmış. Köprüye adını veren zincirler 48 metre uzunluğunda. Araç trafiğine açık olan köprünün her iki yanında dar birer yaya yürüme yolu var. Köprünün iki başındaki asBridgelan heykelleri görülmeye değer.

Margaret Köprüsü (Margit hid) : En eski ikinci köprü olma özelliğini taşıyor. Oldukça sade bir tasarıma sahip olan köprünün altı kemeri bulunmakta. Köprü Buda ile Peşte arasını bağladığı gibi, her iki yakadan Margaret adasına geçişi de sağlamaktadır.
Tuna nehri üzerinde, Buda ile Peşte arasında kalan Margaret Adasından da (Margaret Island – Margit Szigeti) bahsetmeden geçemeyeceğim. Adanın uzunluğu 2.5 km, genişliği ise 500 metredir. Adını kral Bela’nın bu adada rahibe olarak yaşayan kızından alan adaya, Margaret Köprüsünden kara bağlantısı bulunduğundan yürüyerek geçebilirsiniz. Yerel halkın nefes aldığı büyük bir mesire alanı olan bu adada, yazları işletilen açık night club’lar, kaplıca kompleksi, tarihi yapılar, yürüyüş alanları ve parklar var. Yazın adada konser ve festivaller de düzenleniyor.
Elizabeth Köprüsü ( Erzsebet Hid) : Adını Macaristan kralı Franz Joseph’in Cenevre’de öldürülen İmparatoriçe eşi Elizabeth’den alan köprü, 1897-1903 yılları arasında yapıldı. Yapıldığı tarihte zincirli bir köprü olan Art Nouveau tarzındaki Elizabeth köprüsünün güzelliği, Chain Bridge’i aratmayacak düzeyde idi. 2×2 şerit şeklinde araç trafiğine açık olan köprü, 2.Dünya Savaşında bombalandı. Buda tarafı tamamen sular altında kaldı. Savaştan sonra aslına uygun olarak inşa edilmeyen tek köprü Elizabeth oldu. 1960-64 yılları arasında inşa edilen yeni köprü, tamamen modern çizgiler taşıyan 3×2 şeritlik bir asma köprüdür. Köprünün ilk hali, zincirli köprüyü aratmayacak güzellikteymiş. Bence çok yazık olmuş.
Özgürlük Köprüsü (Liberty Bridge –Szabadsag hid) : 1894-96 yılları arasında yapılan 334 metre uzunluğundaki köprünün yapımında demir ve çelik kullanılmıştır. Renginden ötürü yeşil köprü olarak da bilinir. Peşte’deki market hall ile Buda’daki Gellert tepesini birbirine bağlar. Rengine uygun olarak yeşil ışıkla aydınlatılan köprü, geceleri olağanüstü güzel görünmekte.
BUDA BÖLGESİ:
Buda ilk yerleşim bölgesi. Orta Çağda ekonominin merkezi Buda iken, 19.yüzyılda Peşte önem kazanmış. Buda bölgesindeki önemli ve tarihi bölge Budin Kalesi. Kale bölgesine yürüyerek çıkmak oldukça zahmetli. Bu yüzden finiküleri kullanmak zaruri hale geliyor. Finikülerin diğer bir alternatifi de hemen finikülerin önünde duran elektrikli mini araçlar. Bu araçlar her 15 dakikada bir hareket ediyor. Kale bölgesinde gezdikten sonra yine aynı şirketin araçlarından biriyle aşağıya inebiliyorsunuz. Moğolların istilası öncesinde Macarların başşehri Estergon iken, Moğollardan sonra 1255 yılında Kral Bela bu kaleyi inşa ederek Buda’yı başkent yapmış. Kale önce Osmanlı işgalinde, sonra da 2.Dünya Savaşında hasar görmüş. İçinde bulunan Sandor Sarayı ve Macaristan Ulusal Galerisi defalarca onarım görerek şimdiki gotik mimarisini almış. Ziyaretimiz sırasında Sandor Sarayı önünde muhafız kıta alayının nöbet değişimini izleme olanağı bulduk. Ulusal Müze oldukça görkemli görünmesine karşın, vakit darlığından ziyaret etme şansımız olmadı.

Sarayın az ilerisinde (5-10 dakika yürüme mesafesi) Matthias Kilisesi ve yanında Balıkçı Burcu – Fisherman Bastion var. Hepsi birbirine beş dakika yürüme mesafesinde. Neo-gotik kilise oldukça görkemli. İlk olarak 13.yüzyılda inşa edilen kilise, dönemin beğenilerine göre pek çok değişiklik geçirmiş ve şimdiki gotik görünümüne 19.yüzyılda kavuşmuş. Pek çok kralın taç giyme törenine şahitlik eden kilise, kral Bela’nın lahidini ve İtalya’daki Madonna heykelinin bir kopyasını barındırıyor. Matthias Kilisesini çevreleyen gösterişli surlar, Balıkçı Tabyası (Halaszbastya) olarak da adlandırılan ve tarihi değeri olmamasına rağmen en çok turist çeken mekanlardan. Yapım yılı 1905 olan ve doğal olarak savunma için hiç kullanılmayan bu surların her biri yedi adet Macar boyunu temsil etmekte imiş. Burçlardan şehir manzarası muazzam lakin burçların arkasındaki biçimsiz beton yığını otel binası silüeti fena halde bozmuş. Ön cephesi tarihi bir bina görünümündeki Hilton Otelinin arka eklentisi ucube bir beton yığını. Aslında bizlere pek de yabancı olmayan bir manzarayı, Budapeşte’de görmek beni şaşırttı.

Kale içi küçük bir bölge. Bahsettiğim tarihi yapılar dışında kale içinde tarihi özelliği bulunan resmi binalar, bir kaç cafe ve restoran, hediyelik eşya çarşısı var. Hepsi birbirine yürüme mesafesinde.
Buda bölgesinde Osmanlılardan ayakta kalan nadir eserlerden biri olan Gül Baba Türbesi var ancak oldukça uzun bir yürüme mesafesinde. Budapeşte’ye gülü getiren kişi olduğu iddia edilen bu Bektaşi dervişine ait türbe her nasılsa ayakta kalmış. İnternetten baktığım kadarıyla küçük bir türbe ve içi her daim kapalı. Bu nedenle gezimizin dışında bıraktık.
Buda bölgesinde iki manzaralı tepe var. Bunlardan biri Gellert tepesi. Tepeye ismini veren Gellert bir Hristiyan misyoner. Pagan Macarlar tarafından çivili bir fıçıya konulup aşağıya yuvarlandığı tepeye adı verilmiş. Gellert tepesinde İkinci Dünya Savaşında ölen Macar askerlerinin anısına dikilen bir Özgürlük Anıtı bulunmakta. Akşam ışıklarını fotoğraflamak için ideal bir mekan ise de bence daha iyisi Citadella adı verilen mesire yeri. Hop on- Hop off ile çıktığımız şehrin en tepe noktasında o an itibarı ile sisten göz gözü görmüyor olsa da açık havalarda manzarayı fotoğraflamak için ideal bir nokta. Bunun dışında her iki mekanın da kayda değer bir numarası yok. Gellert tepesine çıkmak için hatırı sayılır sayıda merdiven tırmanmanız gerektiğini de belirteyim.
Gellert tepesinin eteğinde nehir kıyısında Gellert Hotel bulunmakta. 1918 yılında Art Nouveau tarzında inşa edilen otelin kaplıcaları, Budapeşte’nin en büyük ikinci kaplıcası.
PEŞTE BÖLGESİ :
Bu bölgenin en ihtişamlı ve en çok ilgi çeken yapısı kuşkusuz Parlamento Binası (Orzaghaz – Parliament House) . 1884 yılında yapımına başlanan neo-gotik bina ancak 1902 yılında tamamlanabilmiş. Avrupa’nın üçüncü en büyük parlamentosu olduğu söyleniyor. Yapımında 40 kilo altın kullanılan binanın 27 ayrı girişi var. Yapımında 1000 kişinin çalıştığı görkemli bina, gece mükemmel ışıklandırılıyor. Fiilen az bir kısmı kullanılan bina, parlamentonun toplanmadığı zamanlarda turistik amaçlı gezilebiliyor. Rehberli turlar yaklaşık 45 dakika sürüyor, bu turda 2000 yılından beri sergilenen kraliyet tacını ve kraliyet mücevherlerini de görmek mümkün. Tabii bilet kuyruğunu göze alırsanız. Bekleyemem diyorsanız önceden online bilet almakta mümkün. Parlamento online bilet tıklayın. Parlemento binasının hemen arkasında Kossuth Lajos Meydanı bulunmakta. Bu meydana belirli aralıklarda tabandan su buharı verilmekte imiş.

Parlamento binasının hemen önünde nehir kıyısında pek çok demir ayakkabı göreceksiniz. Bunlar İkinci Dünya Savaşı sırasında 1944-45 yılları esnasında, soğuk bir kış akşamı Tuna nehri kenarında ayakkabıları çıkartılıp kurşuna dizilmek suretiyle nehre dökülen binlerce Yahudiye ait ayakkabıların gerçek ölçüdeki kopyaları. 7 yaşından, 77 yaşına kadar her yaştan kadın- erkek ayakkabıları. Ayakkabıları değerli bulunup, nehre gömülmesine razı olmayan zihniyetin, ayakkabı sahiplerine zerre değer vermemiş olması ne kadar da manidar! Yahudi ayakkabıları nehre dökülen binlerce çaresiz insanın sessiz ağıtı…
Szent Istvan Basilika (St.Stephen’s Basilica) da görülmesi gereken eserlerden. Neoklasik mimariye sahip bazilikanın açılış yılı 1905. Aslında yapımına 1851 yılında başlanılmışsa da, kubbe çökünce bazilika bir türlü bitirilememiş. 9 tonluk çan, Macaristan’ın ağır çanı. Kilise yüksekliği 96 metredir ve Parlamento binası ile eşit yüksekliktedir. Bu durumun din ve devlet işlerinin ayrı tutuluyor olmasına bir atıf olduğu söylenmekte. Ve yine aynı sebepten Budapeşte’de bu iki binadan daha yüksek bina inşa edilmesi yasak. St.Istvan meydanındaki bu bazilika, yeni yıl sebebiyle aydınlatılmış ve önüne bir buz pateni pisti, yanına da noel pazarı kurulmuştu. Ses ve ışık gösterileri, bazilikaya farklı bir görünüm kazandırmıştı.

Tüm Avrupa ülkelerinde sinagogların sade bir mimari ile inşa edildiğini gördüm lakin Peşte’deki Merkez Sinagog ( Dohany Utcai Zsinagoga – Central Synagogue ) bunun istisnası. Peşte’nin sembol yapılarından olan sinagog 1854-59 yılları arası inşa edilmiş. ‘Tütün’ anlamına gelen Dohany, sinagogun bulunduğu sokağın adıdır. Avrupa’nın en büyük sinagogu olan yapı, 3000 kişiliktir. Erkekler için ayrılan 1492 koltuk, Yahudilerin İspanya’dan ayrıldıkları tarihi simgeler. Bu nedenledir ki sinagogun mimarisinde Endülüs esintileri bulunmakta. Yapının soğan biçimli kubbeleri de akla Rus mimarisini getirmektedir. İkinci Dünya Savaşı sırasında nazi yanlısı Macarlar tarafından bombalanan sinagog, komünizm döneminde bakımsız kaldı. 1991 yılında tekrar tadilet görerek ibadete açıldı. Sinagogun arka tarafında, 2.Dünya Savaşı sırasında hayatını kaybeden binlerce Yahudinin mezarları bulunmakta.
Görülmesi gereken mekanlardan biri de Kahramanlar Meydanı (Hösök Tere – Heroes Square ) Andrassy caddesinin bitiminde karşınıza çıkan bu görkemli meydan, Macar kabilelerinin Karpat havzasındaki yerleşimlerinin 1000. yılı olması sebebiyle, 1896 yılında inşa edilmiş. Görkemli meydanın sol tarafında Güzel Sanatlar Müzesi (museum of fine arts) , sağ tarafında da Sanat Salonu (Kunsthalle – Hall of Art) bulunmakta. Biraz geride ise Millenium Underground Station binası göze çarpmakta. Meydanın ortasındaki Milenyum Anıtı, Macarların 1000 yıllık geçmişini anmak için inşa edilmiş. Başmelek Gabriel, kutsal tacı ve Hıristiyanlığın çifte haçını tutar şekilde tasvir edilmiş. Macar kabilelerini Macaristan’a getiren yedi tarihi figür ise anıtın alt kısmındadır. Macar kral heykelleri ve diğer önemli tarihi figürler ise Milenyum anıtının iki yanında bulunan sütunlu merdivenlerin üzerinde sıralanmışlar.

Kahramanlar Meydanının hemen arkasındaki park Şehir Parkı ( Varosliget – City Park) olarak biliniyor. İlk peyzaj ve yürüyüş yolları düzenlemeleri 1751 yılında yapılan park, şimdiki halini 19.yüzyılda aldı. Şehir parkı, Kahramanlar Meydanının açılışı esansında ana nokta idi. Şehir parkı Vajdahunyad Vara – Vajdahunyad Kalesine de ev sahipliği yapıyor. Başta parkın içinde bulunan bir savunma kalesine anlam veremediysem de, sonradan kalenin Kahramanlar Meydanı açılışı için inşa edildiğini, Romanya sınırlarındaki kalenin birebir kopyası olduğunu öğrendim. Macarlar eser kopyalamayı seviyor nedense. Şehirde 18. ve 19. yüzyılda yapılmış onlarca kopyalanmış eserin yapılmış olmasını, Budapeşte’nin Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun egemenliğinde geçen yıllarda, hep Viyana’nın gölgesinde kalmış olmasına bağladım. Şehir Parkının içinde ( Vajdahunyad kalesinin hemen yanında) Avrupa’nın en büyük buz pateni alanı bulunmakta.

Şehir parkının arka tarafında Budapeşte’nin en ünlü kaplıcası bulunuyor. Szecheny Gyogyfürdö – Szecheny Kaplıcası Peşte’nin tüm havuz partilerinin düzenlendiği, Avrupa’nın en büyük termal havuz kompleksi. 1913 yılında neo-barok tarzda inşa edilen komplekste, 15 kapalı, üç açık havuz var. Açık havuzlar sıcak su içerdiği için dört mevsim açık. Macarlar tıpkı mesire yerine gider gibi kaplıcalara gidip, brunch yapıyor, havuz partilerine katılıyor, havuzun içinde satranç oynuyor. Görülmesi gereken ilginç bir manzara 🙂
Bu güzel yapıların haricinde iki de güzel ve turistik caddesi var Peşte’nin. Vaci Utca (Vaci Street) bizim İstiklal Caddemizi andıran hareketli bir cadde. Araç trafiğine kapalı bu cadde, sağlı sollu mağazalar, hediyelik eşya dükkanları, cafe ve restoranlarla dolu.

Diğer bir güzel cadde de Andrassy Ut. Şehrin iki önemli meydanı olan Erzbeset Ter ile Hösök Tere ‘i birbirine bağlar. Dört kilometrelik bu keyifli cadde dümdüz bir çizgi şeklinde uzanır. Vaktiniz varsa Kahramanlar Meydanı’na bu caddeden yürüyerek gidebilirsiniz. Başta Opera Binası olmak üzere birbirinden güzel heykellerle süslenmiş taş binaları seyretme keyfini ancak yürüyerek yakalayabilirsiniz. Dünyaca ünlü lüks markalara ait mağazaların da bulunduğu bu cadde, pek çok şık cafe ve restorana da ev sahipliği yapıyor.
ALIŞVERİŞ:
Macar tokai şarapları oldukça meşhur. Bir de palinka adını verdikleri bir likörleri var. Meyveli pek çok çeşidi hediyelik olarak da alınabilir. Paprika Macarların çok kullandığı bir baharat. Hediyelik paketlerinde oldukça sevimli görünen paprika da hediyelik alternatifi olabilir.
Macar porseleni Herend, Dünya çapında ünlü bir marka. Tabii ki fiyatları el yakıyor.
Bizim zeka küpü olarak bildiğimiz rubik küp Macarların icadı. Bu nedenle bu küplerin envai çeşidi ve modeli satılıyor Budapeşte’de. Ben ilginç bir modelini çocuklarıma aldım.
Macarlara has dantel işleri, Macar bebekleri, kaşık- kalem- hediyelik gibi pek çok çeşidi bulunan tahta işleri ve elbette çeşit çeşit magnetler de diğer alternatifler.

Nagycsarnok – Central Market Hall her türlü hediyelik eşyayı tek bir yerden alabileceğiniz güzel bir pazar yeri. Giriş katta her türlü yerel gıda ürünü satılıyor, üst kat ise hediyelik eşya cenneti. Üst katta karnınızı doyurabileceğiniz pek çok ayak üstü mekanda mevcut.
Budapeşte’de ne yenir, nerelerde yenir merak ediyorsanız bu linke tıklayın.