Dedemin ve babamın saat ustası olması sebebiyle, ben çocukken evimizden saat firmalarının gönderdiği takvimler eksik olmazdı. Her bir ayı temsil eden toplam 12 fotoğraftan oluşan bu takvimlerin kış aylarını şüphesiz hep İsviçre fotoğrafları süslerdi. Alp dağları eteklerinde uzanan, çatıları eğik, yarı ahşap evlerden oluşan İsviçre köy manzaralarına sadece Heidi çizgi filminden değil, bu takvim yapraklarından da aşinaydım ben. Bu manzaraya güneşin batışıyla havanın kararması arasındaki altın saat eşlik ederse, bir de noel zamanı ise bakmaya doyamazdım o fotoğraflara. Simli yılbaşı kartlarını bu yüzden sevdim hep ve ‘Avrupa’nın Işıkları’ adlı fotoğraf sergimi oluşturmamın alt yapısında hep o takvim yaprakları vardı. Bu nedenle İsviçre olmazsa olmaz gezi rotalarımdan biriydi. 2013 yılında Salzburg-Halstatt bölgesini gezerken Avrupa’nın en masalsı bölgesini gördüğüme kanaat getirmiş ve bir gün muhakkak İsviçre’ye de gitmeliyim demiştim, pandemi arası verince kısmet 2021 Aralık tarihine imiş.
GENEL:
İsviçre, 41.285 m2 yüzölçümü ve 8.600.000 kişilik nüfusu ile fiziki olarak küçük ancak ekonomisi büyük bir ülke. Ülkede %71.1 oranında İsviçreliler, %28.9 oranında yabancılar yaşıyor. Almanya, Fransa, İtalya, Avusturya ve Lihtenştayn ile sınır komşusu olan İsviçre, 26 kantondan oluşan bir federal Cumhuriyet. Ülkenin Almanya sınırına yakın bölgelerinde Almanca, Fransa sınırına yakın bölgelerde Fransızca, İtalya sınırına yakın bölgelerde ise İtalyanca konuşuluyor. Bazı vadilerde Romanşça da kullanılıyor. Örneğin Zürih’te herkes Almanca konuşurken, Montrö’ye gittiğimizde Fransızcanın hakim dil olduğunu fark ettik. Bernina Ekspress’le İtalya Sınırına ilerleyince bir anda tabelalar dahi İtalyanca oldu ve yemekler, evlerin mimarisi ve elbette dil bize adeta İtalya’da olduğumuzu hissettirdi. Bu kadar farklı kanton, farklı dil ve kültürün hakim olduğu bir ülkede böylesine huzur ve sükunetin hüküm sürmesi hayranlık uyandırıcı bir durum. Ülke farklı ırk ve kültürlerden gelen insanların harmanlanması ile oluşmuş olsa da, İsviçreli üst kimliği son derece baskın. İsviçre’yi İsviçre yapan en önemli değerler üst düzey demokrasi, gelişmiş adalet sistemi ve barışcıl politikalar. Öyle ki İsviçre her iki dünya savaşında da tarafsızlığını korumayı başarmış olup, yıkıma uğramamış bir Avrupa ülkesi. Kızılhaç bu ülkede doğmuştur ve ülkenin bayrağı Kızılhaç sembolüdür. (ayrıca Dünya’nın -Vatikan hariç- tek kare formda bayrağıdır) İsviçre’de hemen hemen her konuda halk oylamasına gidilerek referandum yapılır. Zira Dünyada doğrudan ekonominin hüküm sürdüğü tek ülke İsviçre’dir. Yani ülkenin herhangi bir vatandaşı, herhangi bir yasaya karşı dava açabilir ve referandum teklifinde bulunabilir. 1506 yılından beri Vatikan’ı İsviçreli muhafızlar korumaktadır. 110 İsviçreli Muhafız, üç kuşak İsviçre doğumlu İsviçre vatandaşları arasından seçilir ve muhafızların bekar, lise ya da üniversite mezunu, askerliğini yapmış, 19-30 yaşları arasında olması koşulu aranır.

İsviçre ekonomisinin temel taşları bankacılık, sigorta, ticaret ve turizmdir. Sanayi sektörü en çok kimya endüstrisi, sağlık ve ilaç sektörü, bilimsel ve hassas ölçüm araçları ve müzik aletleri gibi alanlarda gelişmiştir. En büyük ticaret ortağı Almanya’dır. Dünya’da gelişmiş bankacılık sistemiyle tanınan İsviçre’de tam 385 banka faaliyet göstermektedir. İşsizlik oranı %3 seviyesindedir. Bu ekonomik refah sebebiyle İsviçreliler Avrupa Birliği’ne girmeyi kabul etmemişlerdir. Ancak bazı konularda Avrupa Birliği yasalarına uyum sağlamaktadır. Bunlardan biri de bizim ülkeye vizesiz girmemizi sağlayan yeşil pasaport uygulaması. 🙂 Kısaca ülke huzur, barış ve refah içinde yaşamakta. Zaten yaşam kalitesi endeksine göre İsviçre yaşam kalitesi en yüksek ülke. Gıpta etmemek mümkün değil…
Bu savaştan uzak duran, barışcıl ülkenin bu imajıyla tezat oluşturan şaşırtıcı savaş önlemleri bulunuyor. İlki bizimde dikkatimizi çeken, yol boyu karşılaşabileceğiniz barınaklar. Savaş veya nükleer saldırı anında kullanılabilecek ve ülkenin tüm nüfusunu barındırabilecek kapasitede barınak var bu ülkede. İkincisi otoyollar savaş anında uçak pistine dönüştürülebilecek şekilde inşa edilmiş, bariyerler söküldüğünde pist olarak kullanılabiliyor. Üçüncüsü İsviçre’de 18 yaşına gelen erkekler için askerlik zorunlu. En şaşırtıcısı ise liberal silah yasası sayesinde 8 milyonluk bu küçük ülkede 4 milyonu aşkın silah bulunuyor olması. Tabii bu durum, İsviçre’nin dünyada en az suç işlenen ülke olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
DENEYİMLEDİKLERİMİZ:
Türk Hava Yolları ile öğle saatlerinde Zürih Havaalanına vardıktan sonra havaalanında bulunan tramvayla check-in işlemlerimizi gerçekleştireceğimiz bölüme geçtik. Beş günlük oldukça yoğun bir programımız olduğu için, araba kiralamayı tercih ettik. Zira İsviçre’de görülmesi gereken pek çok lokasyon var. Eğer amaç sadece şehirleri gezmek ise gelişmiş tren ağı ve şehir içinde de metro-otobüs ağı ile bunu gerçekleştirmek mümkün. Ama köy köy, kasaba kasaba gezmek istiyorsanız araba elzem. Ülkenin her yanı otobanlarla, sarp dağları aşan tünellerle, köprülerle ihya edilmiş. Tabelalar açıklayıcı. Aracımızda navigasyon da olduğu için nokta atışı ile hiç zorlanmadan her istediğimiz yere vardık. Tek sıkıntı, hız limitleri. Maximum hız 120 kilometre iken, minimum hız 30 kilometreye kadar düşebiliyor. Bazı anlarda yürüsem daha hızlı ilerlerim diye düşünüyorsunuz. Ülkemizde telaşeye ve sabırsızlığa programlı olduğumuz için, hız tabelası takip etmek ve hız limitlerine uymak bizi yordu. İsviçre’de ne olursa olsun kurallara uymanız bekleniyor. Öyle ki tünelde 50 olan hız limitini 10 km aşarak 60 km hızla geçtiğimiz için, radar kamerası fotoğrafımızı çekiverdi. 🙂

Peki İsviçre pahalı bir ülke mi? Diğer Avrupa ülkelerine göre evet daha pahalı bir ülke ancak Türk lirası kazananlara ne ucuz kaldı ki? Yaşam amacı seyahat olan biz gezginler, bir yolunu bulup bu sorunu da aşmaya çalıştık. Öncelikle İsviçre’de yaşayan dostlarımızın tavsiyesi ile Zürih şehir merkezinin biraz dışında kalan ancak makul fiyatları, güzel kahvaltısı ve temizliği ile gönlümüzü kazanan İbis Otel Adliswil otelde oda kahvaltı iki kişi geceliği 132 CHF (İsviçre Frangı) bedelle konakladık. Buna günlük 5 CHF şehir vergisi dahil değil. Uçak biletini seyahatten iki ay kadar önce aldık. Gidiş için sabah saati, dönüş için ise akşam saatini tercih ettik. Böylece günden tasarruf etmiş olduk. Herkes bizim gibi düşündüğü için bu biletler biraz daha pahalı oluyor haliyle. Bize kişi başı 3.250 TL. na maloldu. Aracımızı europcar’dan kiralayıp, bedelini hemen ödedik. Döviz kuru nereye gidecek belli olmuyor çünkü. Aracımız navigasyonlu ve otomatik 4*4 araçtı. Zira aralık ayında Alplere dört çeker bir araçla çıkmanız şart. Europcar aracımızı upgrade etti ve günlüğünü 135 euro’dan kiraladığımız arabamızdan çok memnun kaldık. İki aile seyahat ettiğimiz için, araç kirası ve yakıt masrafını ikiye böldük. Bir depo, yaklaşık 100 CHF tutarında benzin alıyor. Restoranlarda iki kişi yemek 70-120 CHF arasında. Öğle – akşam dışarıda yemek bütçeyi zorladığı için, öğlenleri kendimiz hazırladığımız sandviçlerle ve atıştırmalıklarla geçiştirdik. Bunun dışında marketlerde soğuk ya da sıcak pek çok çeşit hazır yemekler var. Özellikle Lidl ve Aldi gibi zincir marketlerde fiyatlar daha uygun. İsviçre’de bize herşey pahalı ama manzara ve su bedava:) Musluktan akan suyu rahatlıkla içebileceğiniz gibi, yanınızda küçük bir termos taşırsanız her yerde göreceğiniz çeşmelerden su doldurabilirsiniz. İsviçre yaygın üzüm bağlarıyla şarap üretiminde iddialı ülkelerden. Vergiler düşük olduğu için şaşırtıcı ama şarapları bizim ülkenin pek çok butik şarabından daha makul fiyatlı. Bir tirbuşon ve plastik şarap bardağı edindiğiniz takdirde, marketten aldığınız şaraplarla muhteşem dağ manzaraları eşliğinde keyif yapabilirsiniz. Marketlerde promosyonlu ürünleri de takip edin. Gerçekten makul fiyatlar olabiliyor. Bu sayede biz İsviçre’den bir valiz dolusu şarap, viski, peynir ve çikolata ile geri döndük 🙂
YEME İÇME
Tahmin edeceğiniz üzere çok gelişmiş bir yemek kültürleri yok İsviçrelilerin. Geleneksel yemekleri peynir fondü, raklet, capuns ve röşti. Peynir fondünün pek çok çeşidi var. Biz acılı, mantarlı ve hardallı olanlarını denedik. Fondünün yanında sınırsız küp küp kesilmiş ekmek, küçük haşlanmış patatesler, turşu, meyve ve et geldi. Gelen malzemelerin hepsini fondüye bandırabiliyorsunuz. Aman dikkat, ekmeği fondü kasesinin içine kaçan, geleneğe göre tüm hesabı ödemek zorunda kalabilir 🙂 Bize gelen et domuz etiydi ve ne yazık ki lokantada dana eti bulunmadığını söylediler. Fondüyü Zürih’in manzaralı bir tepesinde eskiden bir çiftlik evi olan Chasalp Restaurant ‘ta yedik. Kişi başı 40 CHF ödeyerek, istediğiniz çeşit peynirli sınırsız fondü yiyebiliyorsunuz. Raklet de (raclette) fondüye benzer bir yiyecek. İsviçre’ye özgü raklet peyniri, raklet ızgarası üzerindeki küçük küreklere konup eritiliyor ve eriyen peynir haşlanmış patates, füme et vs üzerine dökülerek yeniyor. Sütün ve peynirin memleketinden başka türlüsü beklenemezdi zaten 🙂 Röşti ise haşlanmış patatesin biber, taze soğan gibi malzemelerle tavada kızartılması ile elde edilen bir yemek. Bizim patatesli omletimizin yumurtasız haline benziyor. Özetle evde yemek yapmayı pek sevmeyen İsviçreliler peynir ve patates denkleminde sıkışıp kalmışlar. Ancak ülkenin zengin bir ülke olması sebebiyle Dünya mutfağından pek çok örnek bulmak mümkün. Capuns görünüş olarak bizim pazı sarmasını andırıyor ama içeriği farklı. Spatzle adını verdikleri yoğurulmuş hamuru, sosis veya kurutulmuş etle birlikte pazı yaprağının içine koyup sarıyorlar, sonra da süt ve et suyu karışımında pişiriyorlar. Üzerine peynir rendesi olmazsa olmazı.

ALIŞVERİŞ
1- Çikolata : İsviçre çikolatalarının ününü duymayan yoktur herhalde. Kaliteli inek sütü ile yapılan çikolatalar hem lezzeti hem de çeşit çeşit, renk renk ambalajları ile mükemmel bir hediyelik. Çikolatanızı markaların kendi dükkanlarından alabileceğiniz gibi, bazı çikolata fabrikalarından hatta marketlerden dahi alabilirsiniz. Bilinen İsviçre çikolata markaları arasında Lindt, Tobleron, Nestle, Cailler, Sprungli, Frey, Teuscher sayılabilir.
2- Saat : Kol saati denince ilk akla gelen ülke İsviçre. Dünyaca ünlü markalar çıkaran İsviçre, Swatch gibi orta segment markalardan tutun, Zenith, Omega, Rolex, Tag Heuer, Patek Philippe gibi üst segment pek çok markaya sahip. Bütçe yetmezse, vitrinlere bakıp bu sanat eseri saatleri seyretmek bile keyifli.
3- Guguklu saat: Ahşap işçiliği ile mekaniğin birleşimi bu güzel saatlerin üretiminde Almanya kadar İsviçre’de iddialı.
4- Çakı : İçinde minyatür bıçak, şarap açacağı, manikür seti gibi pek çok araç gereç bulunan İsviçre çakıları inanılmaz fonksiyonel. Victorinox çakı da en iyi marka.
5- Peynir: İsviçre süt ve peynir cenneti. Emmantel, gruyere, appenzeller gibi pek çok çeşit İsviçre’ye özgü peynir var. Ancak uyarmam gerek, paketler vakumlu da olsa keskin peynir kokusu valizlere siniyor. Ayrı bir valiz ile getirmekte fayda var.
6- Hediyelik eşya : İsviçre amblemli bardaklar, küllükler, magnetler, her boyda çanlar, müzik kutuları gibi sevimli objeleri İsviçre’nin pek çok noktasında bulabilirsiniz.
BİRİNCİ GÜN : LUZERN
Havaalanından otele gelişimiz öğleni bulunca, ilk gün rotamızı Zürih’ten 50 km uzaklıktaki Luzern’e çevirdik. Havanın akşam üstü 16.30 gibi kararıyor olması sebebiyle 40 dakika mesafedeki bu güzel şehri görmenin mantıklı olduğunu düşündük. Luzern, aynı adı taşıyan kantonun baş şehri. 80 bin kişilik nüfusa sahip bu şirin şehir, Ortaçağdan kalma pek çok yapıya sahip. En ünlüsü Kappellbrücke yani Kappel köprüsü. 14 yüzyılda yapılan köprü ahşap işçiliğinin güzel bir örneği. Görmeye alışkın olduğumuz düz köprülerin aksine, bu köprü Reuss nehrini çapraz olarak geçiyor. Yanındaki su kulesi ile birlikte, şehri çevreleyen surların bir parçası olarak yapılmış. Avrupa’nın en kapsamlı ulaşım müzesi olan Luzern ulaşım müzesi de bu şehirde. Eski şehir Reuss nehrinin kuzeyinde kalıyor. Sağlı sollu dükkanların bulunduğu sokakları gezerken, Weinmarkt, Hischenplatz, Kornmarkt karşılaşacağınız güzel meydanlar. Vakit kalırsa Luzern gölü kıyısında yürüyüş yapmayı da ihmal etmeyin.

İKİNCİ GÜN : BRİENZ – ISELTWALT – INTERLAKEN – GRANDELWALD – LAUTERBRUNNEN – BRUNNEN
İkinci günü dağ bayır tırmanarak, instagramdan görmeye aşina olduğumuz küçük kasabalara ve kayak merkezlerine ayırdık. Interlaken rotasını navigasyonumuza işaretleyip yola koyulduk. Zürih-Interlaken arası 118 km. Ancak yol sarp dağlara doğru kıvrılıp tırmandığı için, gittiğimiz mesafe bize 200 km gibi geldi. Yol boyunca muhteşem dağ ve göl manzaraları eksik olmadığı ve aynı gün pek çok yer gördüğümüz için araba yolculuğu sıkıcı olmadı. İlk rotamız göl kenarında güzel bir kasaba olan Brienz‘di. Sonrasında gördüğüm en güzel kasabalardan biri olan Iseltwalt ‘ta kısa bir yürüyüş yaptık.

Interlaken‘a varınca aracımızı katlı otoparka parkedip şehri keşfe çıktık. Interlaken Bern kantonunda bulunan 8 bin nüfuslu bir kasaba. Rakımı çok yüksek, havası temiz, iki gölün arasında kalmış, yemyeşil sakin bir belde. Biraz yürüyüp alışveriş yaptıktan sonra ‘durmak yok, tırmanmaya devam’ diyerek soluğu meşhur Grindelwald köyünde aldık. Köye girerken heybetli dağ silueti nefesimizi kesti. Bu şirin köy, barındırdığı 33 otel sayesinde günümüzde neredeyse geçiminin tamamını turizmden sağlıyor. Köy, teleferik, telesiyejler, oteller ve dağ evleri sayesinde dünyaca tanınırlığa sahip. Geldiğimiz yoldan geri dönüp yakın mesafedeki Lauterbrunnen ‘e de uğradık. Bu köyde tıpkı diğeri gibi dağ ve kayak sporlarının yapıldığı bir cazibe merkezi haline gelmiş. Dönüşte rotamızı Brunnen yönüne çevirdik ve böylece farklı bir rotadan Zürih’e dönmüş olduk. Brunnen etrafı dağlarla çevrili, göl kenarında küçük ve güzel bir şehir. Görmeye kesinlikle değer.

ÜÇÜNCÜ GÜN : BERN – MONTREUX
Sabah erken saatlerde Bern’e ulaşmak üzere yola koyulduk. Zürih- Bern arası 120 km. Otobanda kolaylıkla yol aldık ve şehrin tam kalbinde katlı bir otopark bularak aracımızı park ettik. Bern, aynı isimli kantonun baş şehri. Aynı zamanda ülkenin ‘de facto’ başkenti. Yani fiili başkent. Çünkü ülkede devlet başkanı olmadığı gibi, resmi bir başkentte yok.

Bern ortaçağ’dan kalma bozulmamış mimarisi sebebiyle, Unesco Dünya kültür mirası listesine girmiş. Şehir Fransa sınırına yakın olmasına rağmen, şaşırtıcı şekilde almanca daha baskın olarak konuşuluyor. Zaten şehrin ismi almanca’da ‘ayı’ anlamına gelen ‘bar’ kelimesinden türemiş. Zaten hem şehrin hem de kantonun sembolü ayı. Bern ortasından geçen tertemiz aare nehri, yemyeşil doğası, bozulmamış mimarisi ile gerçekten çok güzel ve huzurlu bir şehir. Albert Einstein’de bu şehri çok beğenmiş olacak ki, iki yılını Bern’de geçirmiş. Yaşadığı daire de müzeye dönüştürülmüş. Şehirde göze çarpan belli başlı görkemli yapılar saat kulesi, Bern katedrali, İsviçre Parlamento meydanı ve binası. Diğer dikkat çekici eserleri ise tarihi şehir merkezinin her yanına serpiştirilmiş farklı figürlere sahip birbirinden renkli heykelli çeşmeleri. Bu heykellerden bir tanesinde ise bebek yiyen insan figürü bulunmakta. Bu ürkütücü heykelin ne amaçla yapıldığı ve kimi temsil ettiği ise açıklık kazanmamış. Bern’de yaklaşık dört saat geçirdikten sonra rotamızı daha güneye Montrö ‘ye doğru çevirdik.

Montreux Vaud kantonunda yer alan bir şehir. Cenevre gölünün kıyısında bulunan bu turizm ve festival şehrinde, Fransızca dili hakim. Montrö anlaşması sebebiyle ismine biz Türklerin fazlaca aşina olduğu şehir, kafamızda oluşan resmi ve sıkıcı bir diplomatik şehir imajı ile hiç alakası olmayan, Nice veya Cannes’ı andıran güzel bir sahil kasabası havasında. Göl kenarında uzanan yemyeşil sahil şeridinde zirveleri karlı dağları seyrederek yürüyüş yapmak çok keyifli. Noel zamanı gittiğimiz için, İsviçre’nin açık ara en güzel ve en büyük noel pazarını da görme fırsatımız oldu. Şehir merkezinde bizi karşılayan Freddie Mercury heykeli ise en büyük sürpriz oldu. Son bestelerini bu şehirde bir stüdyoda kaydettiği için, her yıl eylül ayında heykelinin önünde anma töreni yapılmakta imiş.

Montreux’da büyük, tarihi, görkemli oteller ve bu otellere ait casino’lar var. Bu binalar şehre biraz da Monaco havası katmış. Şehir merkezinde tarihi yapılar olmakla birlikte daha ziyade modern yapılar ağırlıkta. Göl kenarında bulunan Pizzeria Ristorante Molino isimli şık restoranda makarna ve pizzadan oluşan lezzetli bir akşam yemeği yedikten sonra geç saatlerde şehirden ayrıldık.

DÖRDÜNCÜ GÜN : BERNİNA EKSPRES İLE ALPLERE YOLCULUK
Yıllardır hayallerimi süsleyen bir yolculuktu ve ne mutlu ki bir hayalimi daha gerçekleştirdim. Alplerin en sarp, el değmemiş, ulaşması güç noktalarını görmenizi sağlayan bu tren yolculuğu bir İsviçre şehri olan Chur ‘da başlıyor, bir İtalyan kasabası olan Tirano’da bitiyor. (Lugano’ya devam etmek isteyenler için şirketin otobüs seferleri de var) Tren yolculuğu dört saat kadar sürüyor. Dönüşü yine Bernina Ekspres ile yapabileceğiniz gibi, daha ucuz olan diğer tren şirketlerini de tercih edebilirsiniz. Çünkü diğer banliyo trenleri de aynı rotayı kullanıyor ve hatta onların da rengi Bernina gibi kırmızı. Bernina Ekspresi bir gezi treni haline getiren özelliği, camlarının tavana doğru uzanması. Böylelikle manzarayı görüş açınız artıyor. Bir de Alplerin zirve yaptığı tam tamına 2253 metre yükseklikte iken, Bernina Ekspres 15 dakikalığına mola veriyor ve yolcularına hatıra fotoğrafı çekme imkanı tanıyor.

Biz şirketin kampanyalı fiyatından yararlandık ve gidiş-dönüş Bernina ekspres bileti ve öğle yemeği için iki kişi toplam 139 CHF ödedik. Sabah 8.32 de Chur’dan hareket ettik, 12.20 de Le Prese’de indik. Yemeğimizi yiyip kısa bir yürüyüş yaptıktan sonra, 14.55 de aynı noktadan trene geri bindik. 18.20 de yeniden Chur’daydık.
Öğle yemeğini varış durağında şirketin sunduğu seçenekli restoranlardan birinde biletinizi göstererek ücretsiz yiyiyorsunuz. Son istasyon olan İtalyan kasabası Tirano, İtalyan Hükümetinin pandemi tedbirleri sebebiyle quick covid test istediği ve bu test İsviçre’de oldukça pahalı olduğu için, Tirano’da değil de bir önceki durak olan Le Prese ‘de inmeyi tercih ettik. Le Prese göl kenarında küçücük bir İsviçre kasabası. İki seçenekten birini tercih ederek, küçük bir aile işletmesinde öğle yemeğimizi yedik. Önceden arayıp rezervasyon yapmadığımız için fix menüde vaadedilen pizza yerine hemen on dakikada bizim için pişirip getirdikleri bol peynirli, sebzeli bir erişte ile mevsim salatasını servis ettiler. Yanına da lokal bir şarap açtırıp, keyifle yemeğimizi yedik.

Trende ücretli yiyecek-içecek servisi var ancak kendi getirdiğiniz yiyecek ve içeceklere de müdahale etmiyorlar. Arka vagonlardan bilet alırsanız, kırmızı trenin kıvrılışını görme ve hatta fotoğraflama fırsatınız oluyor. Giderken sağ taraftan, dönerken sol taraftan bilet almanızı tavsiye ederim. Dağ köylerini, köprüleri ve viyadükleri daha iyi görebilirsiniz. Camlar açılmıyor, sabit olduğu için çektiğiniz fotoğraflarda yansıma olacaktır. Kompartıman boşluklarında açılan camlar var, buradan fotoğraf ve video çekmenize izin veriliyor. Ben fotoğraflarımı o şekilde çektim.
İsviçre’de böyle bir gezi yapmaya değer mi sorusuna biletimi kampanyalı, uygun bir fiyata aldığım için kesinlikle evet diyorum. Zira Landwasser, Wiesner ve Solis gibi görkemli viyadükleri, onlarca köprü ve dağ tünelini, Heidi’nin köylerini, başı dumanlı dağları, donmuş gölleri başka türlü nasıl görecektim?

BEŞİNCİ GÜN : ZÜRİH
İkinci gün akşam Noel pazarlarını ve şehir ışıklarını görüp, zenginliğine hayran kaldığım Zürih‘i gündüz gözüyle gezdiğimde de şehir aynı etkiyi yarattı bende. İsviçre’nin kalbi Zürih bence, net. Ülkenin zenginliğini, refahını görmek ve hissetmek istiyorsanız mutlaka Zürih’i görmelisiniz. Luzern bir kasaba havasındaydı, Bern Ortaçağ şehri, Montrö ise sahil kenarında turizm beldesi gibi geldi gözüme. Zürih ise hem tarihi binaları, hem lüks mağazaları, hem de canlılığıyla tam bir Avrupa şehri. İsviçre’nin en büyük şehri olmasına karşın şehir nüfusu dört yüz bin civarında. Almanca konuşulan bölgenin kültürel başkenti konumunda. Zürih kantonunun da baş şehri.

Zürih gölünün Limmat nehri ile buluştuğu bölgede eski şehir kurulmuş. Hem göl, hem nehir hem de tarihi merkez. Ne muhteşem bir üçlü. Eski şehirdeki 200 – 300 yıllık binalar çok bakımlı, bazıları müzeye çevrilmiş. Şehir silüetinden de farkedilen üç büyük kilise var Zürih’te. Avrupa’nın en büyük duvar saatine sahip St.Peterskirche, Grossmünster ve Fraumünster. Bahnhofstrasse şehrin lüks dünya markalarının bulunduğu şık caddesi. Noel sebebiyle ‘lucy’ adını verdikleri bir ışıklandırma ile aydınlatılan cadde gece ayrı bir güzeldi. Zürih opera binası da şehrin göz alıcı yapılarından bir tanesi. Bina 1834 yılında kapılarını açmış. Bir diğer tarihi ve görkemli bina ise Zürih Tren İstasyonu. 1847’de açılan 13 platformlu bu büyük yapının içinde sergilenen Swarovski Noel ağacı göz alıcıydı. Zürih’te en ilgi çekici şey ise şüphesiz fondü tramvayı oldu. Sevimli kırmızı tramvay bir yandan turistlere Zürih şehir turu attırırken bir yanda da fondü menülü yemek servis ediliyor.

Zürih Dünyanın en büyük ekonomik merkezi kabul edilmekte. Bu şehirde yaklaşık 230 milletten insanın banka hesabı olduğu tahmin edilmekte. Bu nedenle adım başı bir banka ve finans merkezi görmek olağan. Ayrıca düşük vergi sistemi sebebiyle, sıcak para akışının çok yoğun olduğu bir şehir. Şehirde bulunan prestijli Zürih Üniversitesi, dünyanın en iyi 50 üniversitesinden biri olarak kabul ediliyor. Dünyanın en temiz ve en düzenli metropolü olan bu şehir, en yaşanır 25 şehirden biri kabul ediliyor. Darısı İstanbul’un başına desem çok mu ütopik olur?!
Eline sağlık
BeğenBeğen
teşekkür ederim 🙂
BeğenBeğen
Çok güzel ve açıklayıcı olmuş, tebrikler…
BeğenBeğen
Çok teşekkür ederim 🙂
BeğenBeğen
Çok keyifli bir yazı 👌💗👏
BeğenBeğen
Teşekkürler 😇
BeğenBeğen
Muhtesem güzel anlatmışsın Ahu harika
BeğenBeğen
Teşekkür ederim Murat abicim, hem yorumun hem de misafirperverliğin için
BeğenBeğen
Eline emeğine sağlık Ahu’cum harika olmuş✨👏👏
BeğenBeğen
Teşekkür ederim Hülya’cım, İsviçre sizinle daha güzel 🥰
BeğenBeğen
Ne guzel de anlatmissin, yuregine saglik…
BeğenBeğen
Canım benim, teşekkür ederim
BeğenBeğen
Hi mom, its me Ada we are looking at your blog . We are in the class.We were learning about blogs.So your blog is an example.
BeğenBeğen
I hope you enjoy 😀🍀
BeğenBeğen