Kuzey sınırlarını Alp dağlarının oluşturduğu, Başkenti Milano olan, Como – Maggiore – Garda – Varese – Iseo göllerini de kapsayan, Kuzey İtalya’nın zengin ve bereketli bölgesi Lombardia. 1.369.000 nüfusa sahip Milano dışında, bölgenin diğer önemli şehirleri Bergamo, Brescia, Como, Varese, Sondrio, Pavia, Cremona, Mantova, Lodi, Lecco sayılabilir.
Alpler ve Po dağları arasında kalan bölge, gerek moda başkenti Milano ile, gerek Kuzey İtalya soylularının villalarının bulunduğu Como, Maggiore, Garda gölleri kıyıları ile gerekse Alp Dağları eteklerindeki St.Moritz gibi ünlü kayak merkezleri ile görülmeye değer bir bölge.
Türkiye’yi kabaca batı ve doğu olarak ayırdığımızda nasıl ki coğrafi, kültürel ve ekonomik farklılıklar bariz bir şekilde hissediliyorsa, İtalya’yı da Roma’yı sınır olarak kabul edip kabaca kuzey ve güney olarak ayırdığımızda aynı farklılıklar göze çarpıyor. İtalyan denince biz turistlerin aklına gelen hafif tombul, konuşmayı çok seven, bol pizza tüketen, çok çocuklu, biz Türkler gibi gürültücü insan tipi aslında güneyde yaşayan İtalyanları temsil ediyor. Kuzeyliler daha zayıf, daha şık, biraz mesafeli ve oldukça da prensipliler. Bu bölgenin, sınır komşusu olan İsviçre ile etkileşimde olduğu çok açık. Kuzey İtalya’ya güneydeki tipik Akdeniz ikliminin aksine kara iklimi etki ediyor. Kuzey İtalya ekonominin adeta bel kemiği. Bu yazımda, iki kez gittiğim Kuzey İtalya’nın zengin ve turistik bölgesi Lombardia ‘daki bazı şehirleri tanıtmaya çalışacağım.

VARESE : Milano’ya 55 km.uzaklıktaki küçük ve yeşil şehir. Nüfusu 816.000 kişiden oluşuyor. Yanı başındaki Como gölü ve çevresi gibi bir cazibe merkezi olmasa da gerek konumu gerekse düzenli ve huzurlu bir şehir olması sebebiyle yaşanılası bir yer. Bu şehir İsviçre sınırına çok yakın olması sebebiyle tipik bir İtalya şehri görüntüsü vermiyor insana. Sanki kuzeyle güney arasında kalmış tampon şehir havasındaki Varese, varlıklı, düzenli, sakin bir şehir. En çok neyi tesir etti diye sorsanız, insanın içine işleyen yeşili derim. Şehir yeşil ama öyle böyle değil. Bıraksanız her santimden bir bitki fışkıracak kadar bereketli. Çok güzel evler ve çok güzel bahçeler var Varese’de. İnsan hangisine bakacağını şaşırıyor. Bolca tarihi bina var. Bazilika di San Vittore şehrin en önemli dini simgelerinden biri. Şehrin küçük ama düzenli çarşısı huzur verici.
Şehir merkezi belki küçük ama etrafta yapılabilecek pek çok doğa faaliyeti var. Şehrin yanı başındaki Varese gölü nefis bir sayfiye yeri örneğin. Gerçi yazın sivrisinek biraz bıktırsa da ilkbahar ve sonbaharda çok keyifli oluyor.

Verese şehrinin yamaçlarında kurulu Sacro Monte bir dini sığınma yeri. Santa Maria del Monte kilisesi ve etrafında kurulu köyden oluşan bu bölge Hristiyanlar için büyük önem taşıyor ve her yıl binlerce ziyaretçi tarafından bir dini vazife görülerek ziyaret ediliyor. Zirvede muhteşem bir göl manzarası ve karlı zirvesi ile göze çarpan Alpler muhteşem bir görsel sunuyor.

Varese şehrine hemen komşu Busto Arsizio ‘da yarım günlük gezi programına alınabilir. Santuario Santa Maria kilisesi ve kilisenin bulunduğu meydan 15-20 dakika içinde gezilebilir. Şehrin merkezi burası, etrafta güzel cafe ve restoranlar var. Ayrıca meraklıları için Museo Fratelli Cozzi Alfa Romeo , Alfa Romeo’nun dünden bugüne klasikleşmiş tüm araba modellerini görebileceğiniz güzel bir müze.
Varese’de boş durmayıp yiyip içtik tabii ki 🙂 Şehrin en köklü pub’larından Balthazar aperatif yiyecekleri ve içki çeşitleri ile hoş bir mekan. Spritz ve bira çeşitleri 6 euro civarında. Şehrin tarihi merkezinde Gioria Gelateria dondurmacısını görürseniz boş geçmeyin. Gerçek meyve parçacıklarının tadını ve kokusunu alacağınız dondurmaların topu 1 euro. Varese’nin Albusciago bölgesindeki yerel bir restoran olan La Vecchia Cantina Restaurant‘ta yediğimiz akşam yemeği hem en ucuz hem de en doyurucu yemeğimiz oldu.
COMO GÖLÜ: Como denince aklımıza Como gölü gelse de, aslında bu göle ismini veren bölgenin en büyük yerleşim yeri olan Como şehri. Como gölünü ters bir Y harfine benzetecek olursak, gölün güneybatı ucunda Como şehri, güneydoğu ucunda ise Lecco şehri bulunuyor. Kuzeye çıkıp Alplere doğru yaklaştıkça, gölün etrafı daha sarp ve dağlık hale geliyor. Como şehri her ne kadar tipik İtalya mimarisini korumuş olsa da, Afrika’dan pek çok göçmen almış bir şehir olması itibarıyla biraz derbeder ve kasvetli havasıyla ilk etapta insanda hayal kırıklığı uyandırıyor. Meşhur Como bu muymuş derken, gölün diğer ucuna Lecco şehrine gidince havanız değişiyor. Kuzeye ilerleyip Belaggio‘ya varınca Como’ya aşık oluyorsunuz.

Biz gölün etrafında araçla tam tur atarak tüm kasabaları tek tek gördük. Ancak Como gölü üzerinde bazıları filmlere de set olan birbirinden ihtişamlı villaları görmek istiyorsanız tekneyle gezmeniz gerekiyor. Lecco veya Como’dan belli aralıklarla hareket eden tekne seferlerinden birine katılarak George Clooney, Sylvester Stallone veya Ronaldinho ‘nun malikanelerini görebilirsiniz. Bölgenin en turistik kasabası şüphesiz Belaggio. Dar, merdivenli sokakları, renkli panjurlu ve çiçekli evleri, birbirinden güzel mağazalarıyla güzel bir turistik kasaba Belaggio. Biz merkezin kalabalığına girmeden, sahile inip La Pergola Restaurant‘ın gölün dibindeki manzaralı terasında harika bir yemek yedik. Birer kadeh prosecco ikramının ardından, yerel bir şarap eşliğinde mantar soslu ev yapımı makarna ve balık yedik. Evet fiyatlar genele göre biraz fazlaydı ama değdi. İki Lombardiya gezisinin en unutulmaz yemeğiydi.

MAGGİORE GÖLÜ: Como kadar turistik olmasa da, Como gölünü kesinlikle aratmayacak muhteşemlikteki doğaya ve nefes kesen malikanelere sahip bu göl ve çevresi mutlaka görülmeli. Gölün güney kısmı İtalya topraklarında, kuzey kısmı ise İsviçre topraklarında kalmakta. Ilıman bitki örtüsüne sahip güney kısmındaki göl kıyısı yer yer tropikal bitkilerle bezenmiş, yemyeşil bir bitki örtüsüne sahip. Göl üzerindeki adalar ve gölün bir kısmı bir dönem, Kont ve aynı zamanda Milano Kardinali olan Borromee ‘ye aitmiş. Kont Borromee’nin ikamet ettiği ihtişamlı saraylardan biri, şimdilerde otel olarak kullanılıyor. Bu muhteşem oteli görmek için Borremees linke tıklayın. Maggiore gölü etrafında pek çok kasaba olsa da en görülesi Stresa. Özellikle otoyoldan çıkıp, dik bayırdan Stresa’ya doğru inerken görülen manzara muhteşem. Bahar aylarında gittiğimiz için renk renk açelyalar ortama güzellik katmıştı. Birbirinden şık malikanelerin hangisine bakacağınızı şaşırıyorsunuz.

Stresa’dan kalkan teknelerden birine binerek Borromeo adalarını mutlaka görmelisiniz. Adaların en ünlüsü Isola Bella. Bu adanın tamamı Kont Borromee’nin karısı Isabella için hiç bir masraftan kaçınmadan yaptırdığı 17.yüzyıla ait bir saray ve sarayın bahçelerinden ibaret. Sarayın içi ücretli olarak gezilebiliyor. Bahçeleri de heykelleri, peyzajı ve çeşmeleri ile saray kadar ihtişamlı. Ada da bulunan Cafe Lago adındaki pub’da keyifli bir mola vermeyi de ihmal etmedik. Isola Pescatori şirin bir balıkçı kasabası. Isola Bella’ya 10 dakika uzaklıkta. Daracık sokakları, hediyelik dükkanları, cafe ve restoranları ile son derece sevimli küçük bir ada burası. Gölün en büyük adası Isola Madre‘de ise yine Borromee ailesinin bir başka sarayı yer alıyor. Ancak saraydan ziyade botanik bahçe haline getirilen saray bahçeleri görülmeye değer.

BERGAMO : Ortaçağ esintilerini hissedeceğiniz Bergamo şehri, Alplerin eteğinde ve Milano’nun kuzeydoğusunda, Milano’ya bir saatlik mesafede yer alıyor. Şehir, ‘Orio Al Serio’ havaalanına yirmi dakika mesafede ve Pegasus’un bu havaalanına her gün düzenli seferleri bulunuyor. Bergamo ‘La Citta Alta (Yukarı şehir) ve ‘La Citta Bassa (Aşağı şehir)’ olmak üzere ikiye ayrılıyor. Yukarı şehir, Ortaçağ’dan kalma eski şehir merkezi. Şehir Venedikliler tarafından yapılmış surlarla çevrili. La Citta Alta’ya çıkmak için finiküleri kullanmak gerekiyor. Turist trafiğinin çok yoğun olmadığı anlarda araçla da eski şehir merkezine çıkmaya izin veriliyor. Bergamo orijinalliğini hiç kaybetmemiş çok etkileyici bir şehir. 12.yüzyılda inşa edilen ve günümüzde hükümet binası olarak kullanılan Palazzo Della Ragione, Duomo di Bergamo, Piazza Vecchia ve Podesta sarayı, Contarini çeşmesi görülmesi gereken belli başlı eserler. Tarihi şehir merkezinde bulunan Damimmo RistoranteBergamo’yu gerek akşam, gerekse öğle yemeği için şiddetle öneririm.

Aşağı şehir ise dağ eteklerinde kurulmuş yeni şehir merkezi. Yeni şehrin binaları da yine 19.yüzyılın başlarında yapılmış. Henüz o yıllarda şehir planlama yapıldığı için dümdüz ve geniş caddeler, görkemli taş binalarıyla şehir zengin ve görkemli bir görünüme sahip. O dönemin zenginleri için yapılan ve Borghi denilen büyük taş konak ikametgahlar görülmeye değer. Şehir aynı zamanda İtalya’nın en iyi üniversitelerinden Bergamo Üniversitesi’ne ve Milano’ya yakınlığı sebebiyle Milano-Bicocca Üniversitesi’nin bazı bölümlerine ev sahipliği yapıyor.

MİLANO : Milano bilindiği gibi Dünya moda başkentlerinden biri ve İtalya ekonomisinin kalbi. Milano Lombardiya bölgesinin başkenti aynı zamanda İtalya’nın Roma’dan sonra en yüksek nüfusa sahip şehri. Şehir geniş caddeleri, görkemli binaları, moda devlerinin büyük moda evlerine ev sahipliği yapan caddeleri, şık giyimli şehir sakinleriyle zenginliğini haykırıyor. Bir güne sığdırmaya çalıştığım kısa gezim şehir hakkında küçük de olsa fikir sahibi olmamı sağladı ise de, Milano tek güne sığdırılmayı hak etmeyecek kadar derin bir kültüre, renkli bir sosyal hayata sahip.
İtalya Dünya’nın en çok turist çeken ülkelerinden biri olmasına rağmen, Milano şehri turistlerin pek ilgi gösterdiği bir şehir değil. Muhtemelen sebebi, şehrin ilk bakışta çarpıcı bir güzellik etkisi bırakmıyor olması. Halbuki Milano, tarih boyunca Avrupa kültürünü derinden sarsmış, sanatçılara ilham kaynağı olmuş zengin ve güçlü bir şehir olmuş. Zaten şehrin sokaklarında dolaşıp dokuyu hissettikçe, mimarinin zenginliği ve ihtişamı şehrin zenginliği hakkında size fikir veriyor.

Şehrin ikonu yapımına 1386 yılında başlanan ve 519 yılda ancak tamamlanan Duomo di Milano şüphesiz. Bu görkemli katedral Dünya’nın en çok heykele sahip mimari eseri kabul edilir. İtalya’nın ilk alışveriş merkezi sayılan Galleria Vittorio Emanuele de turistlerin görmeden Milano’dan ayrılmadığı mimari eserlerden biri. (bknz.başlıktaki görsel) Bramante tarafından inşa edilmiş Santa Maria delle Grazie kilisesinde sergilenen Da Vinci’nin ünlü eseri ‘Son akşam yemeği‘ ziyaretçi akınına uğramakta. Sempione parkına konumlanan Sforzesco Kalesi, 14.yüzyıldan kalma surların üzerine 15.yüzyılda Milano Dükü Francesco Sforza tarafından inşa ettirilmiş olup, giriş ücretsizdir. İçinde pek çok müze bulunmakta olup, bu müzelere giriş ücretlidir. La Scala ise Dünya’nın en büyük opera binalarından biri olup, görülmesi gereken mimari eserlerdendir.

Milano’nun en turistik bölgeleri kuşkusuz Navigli ve Brera. Naviglio Grande kanalının etrafında bulunan Navigli bölgesi, güzel binalara, sanat galerine, cafe ve restoranlara, vintage butiklere ev sahipliği yapıyor. Ziyaretçiler yaz aylarında kanalda her saat başı kalkan teknelerle kanal turu yapabiliyor. Brera bölgesi Dünyaca ünlü markaların dev butiklerinin bulunduğu, en şık restoranların, büyük sanat galerilerinin, tasarım ürünler satan dükkanların, görkemli taş binaların göz kamaştırdığı bir bölge. Mümkünse sokak sokak yürüyerek keşfetmek gerek. Açıksa Fiori Oscuri sokaktaki Orto Botanica di Brera‘yı ziyaret edip, çeşit çeşit bitki ve ağaç türlerini gözlemlemeyi ihmal etmeyin.

Milano pahalı bir şehir. Alışveriş yapmak için gidiyorsanız şehir merkezini değil, Milano’ya yaklaşık bir saatlik uzaklıkta bulunan Serravalle Designer Outlet ‘i tercih edin. Milano’dan tren ve otobüsle de bu outlet’e gitmek mümkün. Versace, D&G, Prada gibi dünyaca ünlü markalara da yer veren Serravalle ‘de 180 mağaza bulunuyor. Açık bir alışveriş merkezi olması sebebiyle sıkılmak mümkün değil. Dizaynıyla da göz dolduran Serravalle’de yemek ve kahve molaları vererek rahatlıkla bir tam günümüzü harcadık 🙂 İyi alışverişler…
Benim gibi siz de İtalya hayranı iseniz bu linklere de göz atabilirsiniz