Mavi yolculuk teknesi haricinde yüzen bir nesne ile seyahat etmediğim için, tecrübe etmek istediğim bir deneyim idi gemi ile seyahat. Lakin cruise tipi gemilerle seyahat programlarına baktığımda, seyahatin çoğunun gemide, azının karada geçtiğini görünce gemi seyahatinin pek de bana uygun olmadığına kanaat getirdim. Zira ben seyahat ettiğim bölgeyi iyice özümseyerek gezmeyi seviyorum. Kaldırımlarında oturmadığım, yöresel lezzetlerini tatmadığım, mimarisini, insanlarını gözlemleyemediğim bir şehri gezmiş saymıyorum kendimi. Gemi seyahatini de merak etmiyor değildim ama! Bu nedenle Yunan adalarını hem kısa süreli olması hem de lokasyonların birbirine yakın mesafede olması sebebiyle tercih ettim.
Celestyal Olympia, Celestyal Cruises adlı Güney Kıbrıs kökenli şirkete ait üç gemiden biri. Celestyal Cruises sadece Yunan adaları ve Atina turları yapıyor. Bizim seyahat ettiğimiz Olympia 724 kabinli, 1600 kişi kapasiteli orta büyüklükte bir gemi. Gemi içerisinde dile kolay 550 personel çalışıyor. Zaten gemi içerisinde hiçbir noktada hizmet sıkıntısı yaşanmıyor. Gerek restoran ve barlarda, gerek lounge ve sosyal alanlar da ziyadesiyle personel var. Personel son derece kibar ve iyi eğitimli. Gemide Kuzey Afrika ülkelerinden, Uzakdoğuya, Avrupa’ya kadar pek çok farklı uyruktan personel bulunuyor. Her biri iyi derecede İngilizce konuşuyor.
Seyahatimiz esnasında gemide 178 Türk konuk vardı. Bunun dışında Yunan ve İspanyolların çoğunluğu çektiği Avrupalı konuklar ve uzak doğulu misafirler ağırlıktaydı. Gemide tanıdığım tek Türk personel alacarte restoranda çalışıyordu. Bunun haricinde misafir ilişkilerinde Türkçe konuşan çalışanlar da var.

Odamız pencereli dış kabinlerden olmasına rağmen son derece ufaktı. İki tek yatak ve yataklarımızın üzerinde açılır kapanır iki ranzadan oluşan oda dört kişi olmamız sebebiyle bizi oldukça zorladı. Valizimizi açıp kapatacak yer bulmakta özellikle çok zorlandık. Bu nedenle odamıza yatıp uyuma haricinde pek uğramadık.
Gemi dokuz kattan oluşuyor. 4.katta resepsiyon, alacarte iki restaurant, duty free mağazaları, kütüphane bulunuyor. 5.katta ise iki büyük lounge, casino, güzellik merkezi, kuaför, fotoğrafçı, çocuk klübü var. Geminin dış mekanı olan dokuzuncu katta iki havuz, barlar ve açık büfe yemek verilen bir restaurant bulunuyor. Gemi tanıtımlarında iki büyük havuz denmekte ise de, havuzlar büyük birer küvetten hallice. Genelde güneş görünce açılıp saçılan Avrupalı turistlerin güneşlenme esnasında ıslanmak amacıyla girip çıktıkları bu küvetlere ne biz ne de çocuklar itibar etmedi. Bu arada seyahat tarihimizin 15 Eylül olması sebebiyle gemide bizim 8 ve 14 yaşındaki çocuklarımız dışında başka çocuk yoktu.
Havuzların ortasındaki büyük pistte gün içinde canlı müzik performansları ve dans dersleri düzenleniyor. Ayrıca her gün odalara bırakılan günlük bültenlerde o günün aktiviteleri ve fırsatları, uğranılacak liman bilgileri, iniş-biniş saatleri gibi faydalı bilgiler yer alıyor. Bültenlerin Türkçe olması da güzel bir detay. Her akşam yemek sonrası 5.katta yer alan lounge’larda canlı müzik performansı, dans gösterileri ya da yarışmalar düzenleniyor.
Öğle ve akşam yemeklerini açık büfe alabileceğiniz gibi, herhangi bir rezervasyona gerek olmaksızın 4.kattaki iki restoranda alacarte olarak da alabiliyorsunuz. İlk gün dokuzuncu katta bulunan harcıalem bir mekan olan Helios Cafe’de tatsız tuzsuz bir öğle yemeği yiyince, bundan sonraki tüm yemeklerimizi Aegean Restaurant’ta alacarte olarak aldık. Başlangıçtan, çorbaya, ana yemekten, tatlıya kadar her yiyecekte seçenek sunuluyor. Servis hızlı, garsonlar nazik ve sunumlar çok başarılı. Özellikle başlangıçların sunumu füzyon mutfağını aratmıyor. Balık, kırmızı et, beyaz et seçenekleri mutlaka oluyor. Bir de ilgi çekici bir detay. Yiyecek domuz eti ihtiva ediyor ise mutlaka yemeğin tanıtımına büyük puntolarla ‘DOMUZ ETİ’ diye uyarı yazılıyor. Zaten garsonların büyük kısmı Mısırlı olduğu için, bizim Türk olduğumuzu anlayıp, ‘bu size olmaz, domuz’ diyerek bizi uyardılar 🙂

Biz herşey dahil konseptinde konakladık. Farklı konseptler de olduğu için, seyahat boyunca her kişiye özel olarak çıkartılan kartlar ile içecek alınabiliyor. Menülerde çift fiyatlandırılmış (normal fiyat – indirimli fiyat) içeceklerin ekstra olduğuna dikkat etmek gerekiyor. Duty free alışverişlerinde de aynı kart kullanılıyor. Zaten girişte görevlilerce alınan pasaportlar ancak son gün gemiden ayrılırken teslim ediliyor ve seyahat süresince dağıtılan kartlar hem limanlarda kimlik hem de gemide içecek – alışveriş kartı olarak kullanılıyor.
Üç geceye beş lokasyon sığdırabilmek amacıyla tur oldukça sıkıştırılmış. Sabah 07.00’de varılan Girit ve Pire’de gemiye son biniş saati 11.30 olduğu için çok erken saatte kalkıp sokaklara düşmek gerekti. Neyse ki gemi Girit ve Pire’de limana yanaşmıştı. İnip binmek kolay oldu.
Patmos, Santorini ve Mykonos’ta karaya yanaşamadığımız için karaya botla çıktık. Karaya yanaşamadığımız durumlarda tahliye süreci biraz zahmetli oluyor ne yazık ki. Öncelikle adalara gelmeden iki saat kadar önce resepsiyonun karşısındaki masadan gemi kartlarını gösterip bot kartı alıyorsunuz. Bot kartı üzerinde yazan numara sizin gemiden kaçıncı sırada çıkacağınızı belirliyor. Gemi karaya yaklaşmadan kısa bir süre önce, gemiden anons yapılıyor. İlk anonsun duyulması ile konuklar 5.kattaki Muses Lounge’da toplanıyor. Bot numarası okunan konuklar ikinci kata inerek sıraya giriyor. Gemi kartlarını gösterip gemiden çıkıyor ve gemiye yanaşmış olan botlara biniyorlar. Botlar konukları karaya çıkardığı noktadan alıp gemiye geri götürüyor. Dönüşte bot numarası aranmıyor. Gemiye son dönüş saatine kadar istediğiniz saatte sırada bulunan gemiye binebilirsiniz.
Gemiye bindiğimiz ilk gün, geminin Türkiye satışlarını ve rehberliğini yürüten Karavan Cruise çalışanları tüm Türk konukları lounge’da topladı. Bizler gemi hakkında bilgilendirme toplantısı olacağını düşünmüştük. Oysa amaç, misafirlere çaresizlik ve umutsuzluk aşılayarak ekstra tur satmakmış. Bunun gezimizin ilerleyen günlerinde anladık. Gemi hakkında bir iki basit bilgi verdikten sonra Yunan taksicilerin dürüst olmadığından, gemiye vaktinde gitmezsek mülteci durumuna düşeceğimizden, tekneyle tahliye için çok sıra bekleyeceğimizden, kendi başımıza gezme imkanımız olmadığımızdan dem vurarak tek çaremizin ekstra tur almak olduğunu iddia ettiler. Girit-Pire-Santorini için kişi başı 155 euro istediler. Anne babam ve çocuklarla birlikte altı kişi olduğumuz ve euro’yu o günkü kurla 7.5 ile çarpmak zorunda oluşumuz karşısında bu fahiş turu almadık. İyiki de almamışız. Karavan Cruise çalışanlarının anlattıklarının aksine tur satın almayanlar, satın alanlardan daha uzun süre tekne beklemediler. Girit şehir merkezi limana 10 dakika yürüme mesafesinde. Tura gerek yok. Tur satın alanlara ballandıra ballandıra anlatılan eski saray Knossos’dan kalan kalıntılar görmeye değer değil. Pire limanından Atina’ya gitmek isteyenleri limanın çıkışında bekleyen taksiciler kişi başı 10 euro’ya götürüyor. Kaldı ki daha önce gezen arkadaşlar, Atina ve Akropolis’in hayal kırıklığı yaşattığını söylediler. Santorini’ye gelince; 6 euro karşılığında teleferik ile beş dakikada merkeze çıkmak mümkün ve bize iddia ettiklerinin aksine teleferikte uzun süre sıra beklenmiyor. Bu nedenle siz siz olun ekstra tur almayın, yazımın devamını okuyup, aynı adımları takip edin 🙂
PATMOS : Egenin bu küçük ve sevimli adası İncilin vahiyler bölümünün yazıldığı ada olması sebebiyle hem Ortodokslar hem de Katolikler için büyük önem taşımakta. Ada halkı Ortodoks mezhebine bağlı. Hz.İsa’nın bu adada aziz Yuhanna’ya göründüğü miti sebebiyle bu ada Hristiyanlar için aynı zamanda bir hac merkezi.
Adanın iki büyük şehri Chora ve Skala. Chora adanın baş şehri. Chora (Hora) 12.yüzyıldan kalma bir manastırı çevreleyen bisans kalesi içine kurulmuş eski bir şehir. Yüksek bir tepede konumlanmış. Daracık sokakları olan şehrin beyaz evleri ve tepede bir taç gibi konumlanmış manastırı bilindik bir Patmos fotoğraf karesi. Ancak konumu itibarı ile biz bu şehre gitmedik.

Skala liman şehri olması sebebiyle gemimiz Skala’ya yakın bir noktada demirledi. Akşam 18.00 sıralarında botla tahliye edildik. Skala çok sevimli, düz ayak, gezmesi kolay bir sayfiye bölgesi. Taş evlerin hepsi beyaz kireç boya ile boyanmış. Sevimli bir çarşısı, küçük butikleri ve cafeleri var. Merkezi gezmek sadece yarım saatimizi aldı. Çarşıdan sahile doğru yöneldik ve kumsalın içindeki keyifli cafelerden birine oturup birşeyler içtik. Deniz öyle sakin ve temizdi ki, erken bir saatte gelip denize giremediğimiz için üzüldük. Skala çok sakin, zamanın yavaş aktığı bir yer. Gezdiğim üç ada arasında tekrar gidip tatil yapmak isteyeceğim ada Patmos oldu.
GİRİT : Mudanya’da ikamet ettiğim için çocukluğumdan beri çok aşina olduğum bir isimdir Girit. Zira Mudanya’lıların pek çoğu mübadele ile Girit adasından geldikleri için Girit mahallesi adında bir mahallemiz de var 🙂 Girit Yunanistan’ın en büyük, Akdeniz’in beşinci büyük adası. 632 bin nüfusu var.

Biz bir liman şehri olan Heraklion ‘a (Kandiye) sabah 07.00’de yanaştık. Aceleyle kahvaltımızı yapıp saat 08.00 civarında gemiden indik. Liman çıkışında bir saatlik gezi otobüslerinin biri ile anlaşıp kişi başı 15 euro’ya bir saatlik bir hop on-hop off şehir turu satın aldık. 14 yaşındaki oğlum için 5 euro aldılar, 8 yaşındaki kızım ise ücretsiz bindi. Otobüsün üstü açık olan üst katına kurulup, Türkçe rehberden şehir tarihini dinleyerek ve güzel Yunan müzikleri dinleyerek turumuzu tamamladık. Girit adası önce Venedikliler, sonra da yakın zamana kadar Osmanlıların hakimiyetinde kalmış. Ancak Heraklion’da Osmanlılardan kalma hiç bir esere rastlamadık. Muhtemelen tahrip edildi veya yıkıldı. Venediklilerden kalan yegane eserler, şehri çevreleyen surlar ve limandaki Venedik kalesi. Tur esnasında tarihi surlar ve Giritli olan ve en çok Zorba isimli eseriyle tanınan ünlü Yunan yazar Nikos Kazancakis’in anıt mezarı dışında kayda değer bir şey görmedik. Tur esnasında dileyenler Knossos saray kalıntılarının bulunduğu müzede inebiliyor. Giriş 15 euro. Önceden araştırdığım kadarıyla saray namına çok az şey kaldığından biz müzeye girmedik. Turun tamamlanmasına yakın şehir merkezinde inip, geze geze kalenin bulunduğu limana, oradan da 100 metre uzaklıktaki gemimize döndük.
Heraklion, tıpkı Türk şehirleri gibi çarpık beton yapıların işgaline uğramış, estetikten uzak bir şehir. Gezmeye değer bölgesi Venedik kalesinin bulunduğu liman ve limanın paralelindeki hareketli caddeyi takip ederek gideceğiniz şehir merkezi. Tüm gençlerin buluşma noktası olan Aslanlı çeşme (morosini çeşmesi) şehrin en merkezi noktası. Venediklilerden kalma bu güzelim çeşmenin bulunduğu meydan, ne yazık ki ruhsuz çirkin beton binalarla çevrelenmiş. Meydandaki göze çarpan tek tarihi ve güzel yapı loggia. 1628 yılında Venedikliler tarafından yapılan bina, aristokrat klübü olarak bilinmekteymiş. Bunun dışında Aziz Minas kilisesi ve Agios Titos kilisesi de göze çarpan yapılardan. Aslanlı çeşme civarında pek çok cafe, restoran ve hediyelik eşya dükkanları var. Bu bölge şehrin kalbi. Eğer Heraklion’a gemi ile gelirseniz, yürüme mesafesindeki liman ve Venedik kalesini, aslanlı çeşmenin bulunduğu şehir merkezini toplam 1.5 saat kadar bir süre içinde yaya olarak gezebilirsiniz.
SANTORİNİ : Gemimiz 12.00 civarında Girit’ten ayrılıp, saat 16.00 gibi Santorini’ye vardı. Yanaşma limanı olmadığı için açığa demirleyip, tekneler ile sahile tahliye edildik. Santorini gördüğüm en tuhaf, ürkütücü ve aynı zamanda etkileyici ada. Volkanik bir ada olması sebebiyle toprağın rengi yer yer kapkara, yer yer de kırmızı. Tek bir ağacın hatta otun bile bitmediği bu çorak ada, denize dimdik uzandığı için adaya çıkış için geçitte vermiyor. Yüzyıllar önce insanların bu adaya nasıl yerleşebildiklerini, geçimlerini nasıl sağlayabildiklerini çok merak ettim. Ada dimdik olduğu için yerleşim adanın yüzlerce metre yüksekliğindeki tepelerinde kurulmuş.
MÖ.1450 yılında meydana gelen dünyanın en büyük volkanik patlamalarından biri olan patlama, bölgede yaşayan Minos Uygarlığını bir gecede tarih sahnesinden silmiş. Bu felaketin ardından meydana gelen oluşuma ise kaldera denilmiş.
Adanın en büyük yerleşimi Thira. Biz de Thira’ya çıkan limana yanaştık ve hemen limandaki teleferikle yetişkin için 6 euro, çocuk için 3 euro ödeyerek, beş dakika gibi kısa bir sürede merkeze çıktık. Bu parayı ödemek istemeyenler 600 basamak merdiveni (merdivenler oldukça dik) tırmanmak durumunda. Diğer bir alternatifte -ki hiç tavsiye etmiyorum- eşeklerle bayırı tırmanmak. Teknolojinin olmadığı devirlerde kullanılan bu ulaşım biçimi, şimdilerde turistik amaçla kullanılıyor. Zavallı eşeklere yüklenen gereksiz yükün yanı sıra, rahatsız edici bir yolculuk. Üstelik hayvancıklara torba bağlanmadığı için her yer hayvan dışkısı dolu.

Thira, falez boyunca birbirine sıkı sıkı yanaşmış beyaz kübik evleri, capcanlı çarşıları ve muazzam manzarasıyla etkileyici bir yerleşim yeri. (yazının görseli) İnternette Santorini diye arama yaptığınızda karşınıza çıkan mavi kubbeli görseller ise ikinci büyük yerleşim yeri olan Oia köyüne ait. Bu köye aşağıdaki küçük limandan kiralayacağınız teknelerle gidebileceğiniz gibi, Thira’dan kalkan minibüslerle de gidebilirsiniz. Bizim vaktimiz sınırlı olduğu için bu şirin köye gidemedik. Çocukları teleferiğe bindirip, kendimiz 600 basamaklı dik yoldan inerek limana vardık ve bizi bekleyen tekne ile gemiye döndük.
PİRE : Atina’nın bağlantısı gibi zannedilse de, Pire Atina’dan ayrı bir yerleşim ve Yunanistan’ın en önemli liman şehri. (aynı zamanda 3.büyük şehri) Zamanında Atina’nın limanı olarak inşa edilmiş ise de, zamanla gelişerek büyük bir liman şehri olmuş. Hali refah Pirelilerin, ‘biz Atina’lı değiliz’ diyerek kendilerini daha elit gördüklerini duymuştum. Atina’ya 12 km.uzaklıkta, yol yaklaşık 20 dakika sürüyor. Gemimiz limana 07.30 ‘da yanaştığı ve 11.30 ‘da da kapıları kapayacağı için dünden yorgun olan bizler Atina’ya gitmeye hiç yeltenmedik. Daha önce Atina’yı ziyaret eden arkadaşlarımız Atina’nın karmaşık, plansız ve bol betonlu bir şehir olduğunu söylemişlerdi. Ancak gemiden tur almayıp da Atina’ya gitmek isteyenler için iki alternatif var. Birincisi liman çıkışı hemen yanınıza gelen taksicilerle pazarlık edip Atina’ya gidebilirsiniz. (10 euro civarı ) Biraz daha yürürseniz ‘hop on, hop off’ otobüsler var, kişi başı 15-20 euro civarında ücret karşılığı Pire ve Atina’yı oturduğunuz yerden turlayabilirsiniz. Biz sahil boyunca sakin bir yürüyüş yaparak, Saint Nicholas önünde fotoğraf çektirerek gemimize geri döndük.
MİKONOS : Akşam saatlerinde vardığımız Yunanistan’ın en turistik adalarından Mikonos’ta, havanın bol esintili, denizin dalgalı olması sebebiyle limana yanaşamadığımızdan küçük teknelerle tam şehrin kalbine indik. Mikonos çoğunlukla böyle esintili olurmuş. Bu yüzden sahilde fazla duramayarak hızlıca içerilere daldık.

Mikonos Kiklad takım adalarına bağlı, 86 km2 yüzölçümü ve 10.000 nüfusu ile Yunanistan’ın orta büyüklükte ama ünü tüm dünyaya yayılmış adası. Özellikle dünya jet setin tercih ettiği ada da, aklınıza gelebilecek tüm dünya markaları mevcut. Biz şehir merkezi olan Chora‘yı gezdik. Chora’nın tepelerine çıkıldığında şehrin sembolü haline gelmiş yel değirmenlerini görüyorsunuz. Bu tepeden aşağı bakınca da Mikonos mimarisinin en güzel örnekleri olan evlerinin bulunduğu ‘Little Venice‘ bölgesini görüyorsunuz. Turistler yoğun olarak bu bölgede toplanıp güneşin batışını seyrediyorlar. Ara sokaklar birbirinden güzel. Tüm evler beyaz badanalı, kırmızı, yeşil ya da mavi ahşap panjurları ile müthiş bir doku oluşturmuşlar. Güzel ve uyumlu bir mimari anlayışla bizim Bodrum’umuzun çok daha güzel bir yer olabileceğini tahayyül edip, gıpta etmemek mümkün değil.
Özetle Yunan adaları birbirinden güzel, keşfedecek ada çok ama bunu gemi turuyla değil de münferit olarak, birer ikişer gün kalarak, adaları bizzat yaşayarak yapmak daha güzel olurdu diye düşünüyorum.
“CELESTYAL OLYMPIA İLE YUNAN ADALARI” üzerine bir yorum