Dokuz yıl önce gittiğim Amsterdam’a bu yıl yeniden gidince, zihnimdeki Hollanda resmi iyice pekişti. Hollanda gezmesi kolay, sakin ve çok huzurlu bir ülke.
Avrupa’nın kuzey batısında küçük bir ülke olan Hollanda’nın ekonomisi yüz ölçümü ile ters orantılı olarak Avrupa’nın büyüklerinden. Karayiplerde de üç adet sömürge adası bulunan Hollanda’nın topraklarının büyük kısmı deniz seviyesinin altında. Bu sebeple ülkeye İngilizcede ‘alçak topraklar’ anlamına gelen Netherlands denmekte. Deniz seviyesinin altında bulunan toprakları su bastığı ve bataklık durumundaki topraklarda yaşam koşullarının elverişsizliği sebebiyle Hollandalılar yüzyıllar boyunca ülkenin her karışında binlerce kanal açmakla ve suyu kontrol etmekle uğraşmışlar. Ülkenin imarı ile uğraşan, sıtma gibi hastalıklarla mücadele eden bazı Hollandalılar canlarına tak edince yüzlerce koloni ile Amerika’ya göçmüşler ve bugün Dünya ekonomisinin kalbi sayılan New York’u ‘New Amsterdam’ adıyla kurmuşlar. Gel zaman git zaman, bu ırk oldukça zeki olduğundan Bankacılık sistemini geliştirmiş, tacirlere hatta krallara güvenli kredi temin etmeye başlayınca ülke almış yürümüş. Tabii bu gelişmişlik seviyesine gelmede Avrupa mezhep savaşlarıyla inlerken, Hollanda’daki özgürlük ortamında özgürce basılan kitapların, tomurcuklanan felsefi ve bilimsel akımların da etkisi büyük. 17.yüzyıldan itibaren en hali refah ülkelerden biri haline gelen Hollanda Vincent Van Gogh, Rembrandt, Vermeer, Descartes, Spinoza, Erasmus gibi büyük isimler yetiştirmiş. Bunca elverişsiz topraklara rağmen, ülkelerini ihya eden, zengin ve demokratik bir ülke eden Hollandalılara şapka çıkarmak gerek. Hollandalıların şöyle bir sözü olduğu söylenir: ‘Dünyayı Tanrı yarattı, Hollanda’yı ise Hollandalılar‘. Ortaçağda tahta takunyalarla hayvancılık yapan ataları bile ülkenin bu durumunu görse inanamazlardı herhalde.
Hollanda bir krallık, 1848 yılından beri sembolik bir kraliyet ailesinin devlet başkanlığı altında parlamenter demokrasi ile yönetiliyor. Hollanda, Hollanda Krallığını oluşturan dört ülkeden biri. Karayiplerdeki üç adası Aruba, Curaçao ve Sint Maarten krallığı oluşturan diğer ülkeler. Resmi dil Flemenkçe, başkent Amsterdam. Hollanda’nın 2018 nüfusu 17.200.000 olarak açıklandı. Nüfusun %80’ini etnik Hollandalılar yönetiyor. Hollandalılar Dünya’nın en uzun ırkı. Erkeklerde boy ortalaması 1.81, kadınlarda ise 1.67.
‘Özgürlükler ülkesi’ olarak bilinen Hollanda’da belli oranda uyuşturucu kullanımı serbest. Tabii bu serbestlik aslında ciddi şekilde denetleniyor. Hollanda’da hafif uyuşturucular ile ağır uyuşturucular birbirinden ayrılmıştır ve ağır uyuşturucu satışı kesinlikle yasaktır. Hafif uyuşturucular haşhaş, marihuana ve bazı sakinleştirici haplar. Bunların da satışı sokakta değil, coffeeshop adı verilen cafelerde yapılmakta. Coffeeshop’larda içki tüketimi ve hatta ilginçtir ki sigara içmek bile yasak. Tütün bu mekanlarda ancak uyuşturucu otlarla birlikte karıştırılarak içilebiliyor. Hafif uyuşturucuların dışarıda satışı yasak olsa da, park ve benzeri halka açık mekanda içildiğini ve polisin müdahale etmediğini, bazı caddelerdeki münferit küçük hadiseler dışında şehirde asayişi bozacak hiç bir taşkınlığın olmadığını şaşırarak gözlemledim.
Liberal bir ülke olan Hollanda’da eşcinsel evlilikleri yasal. Bu konuda bir ilki gerçekleştiren Hollanda’da 2001 yılından beri yürürlükte olan yasa gereği, eşcinsel çiftler, heteroseksüel çiftlerle aynı medeni haklara sahip, buna evlat edinmek de dahil.
Ülkenin her karış toprağı su olduğu için, ülke göz alabildiğince yemyeşil çayırlarla kaplı. Ot sıkıntısı çekmeden çayırlarda özgürce salınan tombul ve mutlu Hollanda inekleri bol bol süt verdiği için, ülke peynir üretiminde son derece iddialı. Dünya peynir üretiminde beşinci sırada olan Hollanda, ürettiği peynirin üçte ikisini ihraç ediyor. Kişi başı peynir tüketiminde de oldukça iddialı durumdalar. Tabii bu verim akıllı politikalar sayesinde alınıyor. Tüm Dünyada meşhur olan Hollanda friz ineğinin saf ırkının korunması için yoğun önlemler alınıyor. Başka hiç bir ırk ülkeye sokulmuyor ve tüm friz ineklerine doğar doğmaz künye veriliyor. Yerli ve milli neyimiz varsa yok eden biz Türklere örnek olmasını diliyorum 😦 Aynı durum tarım için de geçerli. Büyük küçük tüm tarım üreticileri devletin desteği ve koruması altında. Konya ovası kadar toprak genişliği olan Hollanda, ihracatının %20’sini tarım ihracatı olarak gerçekleştiriyor.
Diğer bir iddialı oldukları konu ise lale üretimi. Bilindiği gibi lale ile Türkler sayesinde tanışan Hollandalılar, bu konuda da alıp yürümüş durumdalar. Dört yüz yıl önce üretime başlayıp, bugün yılda ürettikleri dokuz milyar lalenin üçte ikisini ihraç etmekteler. Haarlem – Leiden arasındaki bölge mart – mayıs ayları arasında yüzlerce lale tarlası ile görülmeye değer bir hal alıyor.
Ülkenin sembollerinden biri de yel değirmenleri. Pek çok yerde karşınıza çıkan bu güzel değirmenler estetik amaçla inşa edilmedikleri gibi sadece un öğütmek için de kullanılmıyor. Ülke deniz seviyesinin altında olduğu için her an su baskını tehlikesi bulunduğu için değirmenler fazla suyu pompalamakta ve bataklıkların kurutulup tarım arazisine dönüştürülmesinde kullanılıyor.
Hollanda tam bir bisiklet cenneti. Ülke nüfusunun %84’ü bisiklet kullanıyor. Deyim yerinde ise Hollandalılar neredeyse bisiklet üzerinde doğuyorlar. Anaokulundan üniversiteye kadar tüm çocuklar bisiklet ile okula gidiyor. Ülkenin başbakanını ve milletvekillerini bisikletle parlamentoya giderken görmek olağan bir manzara. Hollanda’da insan nüfusundan daha fazla sayıda bisiklet var. Trafikte bisikletlerin geçiş önceliği bulunuyor. Ülkedeki en yaygın hırsızlık da bisiklet hırsızlığı. Bu nedenle halkın büyük çoğunluğu ikinci el bisiklet kullanıyor. Çalınan bisikletler genellikle kullanıldıktan sonra ülkenin her yerinde bulunan kanallara atılıyor. Her yıl yapılan kanal temizliklerinde yüzlerce bisiklet bulunuyor.
İki kez gidince küçük ve dümdüz bir ülke olan Hollanda’da pek çok lokasyonu gezme fırsatı doğdu. Bu nedenle ziyaret ettiğim şehirleri kısaca tek tek anlatmaya çalışacağım.
AMSTERDAM : Yedi gece kaldığım başkent Amsterdam, pek çok Avrupa başkentine göre küçük ancak çok hareketli ve eğlenceli bir şehir. Şehrin başkenti, batak bir zeminde kurulduğu için binalar on binlerce ahşap kazık üzerine oturtulmak suretiyle inşa edilmiş. Şehir, geceleri ışıklandırılan 400 köprü, 90 ada ve sayısız kanaldan oluşuyor.
12.yüzyılda balıkçıların kurduğu bu kasaba zamanla önemli bir ticaret merkezi haline gelmiş. Şimdiler de 180 milletten oluşan kozmopolit ve kültür mozaiği bir şehir haline gelmiş.
Amsterdam her iklimi içinde bulunduran, hiçbir yerde göremeyeceğiniz bir şehir. Kanalları ile romantik, red light district ile sınırları zorlayan, coffeeshop’ları ve gay barları ile marjinal, dingin yaşam koşulları ve bisikletli ulaşımı, temiz havasıyla huzurlu bir şehir.
Şehrin turistik bölümleri yürüyerek ya da bisikletle gezilmeli. Toplu taşıma araçlarına şehir merkezinde ihtiyaç yok. Bisiklet kiralamak için pek çok alternatif dükkan var. Yürüyerek gezecekseniz dikkat etmeniz gereken tek bir şey var: Bisiklet yolu üzerinde olup olmadığınız. Zira ben bir kaç kez ezilme tehlikesi yaşadım. Bisikletlerin geçiş üstünlüğü olduğu için bisiklet sürücüleri çok hızlı sürüyorlar ve yayadan hiç sakınmıyorlar. Onlar yayayı değil, yaya kendini kollamalı. Şehirle ilgili en yadırgadığım ve bir türlü alışamadığım durum bu oldu.
Kanallar, köprüler ve dar cepheli tipik Hollanda evleri rutininin dışına çıkmak için gezilebilecek bazı tarihi noktalar, ziyaret edilebilecek müzeler var.
Dam meydanı şehrin kalbi sayılıyor. Meydan her daim hareketli ve özellikle akşam saatlerinde meydanda sokak gösterileri yapılıyor. Meydanda göze çarpan iki yapı var. Biri 1808 yılına dek belediye binası olarak kullanılan Kraliyet Sarayı, diğeri de Nieuwe Kerk ( Yeni Kilise). Bu kilise, kırmızı fener mahallesinin girişindeki Oude Kerk‘in ihtiyaçları karşılayamaz hale gelmesi üzerine inşa edilmiş. Hollandalılar pek dindar değil. Bu sebeple Avrupa’nın pek çok ülkesinde görmeye alıştığımız çokça ve görkemli dini yapılar Hollanda’da pek bulunmuyor. Madame Tussauds müzesinin Amsterdam versiyonu da Dam meydanında bulunuyor.
Dam kadar büyük olmasa da, Rembrandtplein Dam kadar hareketli bir meydan. Etrafındaki cafe ve barlar ile oteller sayesinde özellikle akşam saatleri cıvıl cıvıl olan bu meydanda mutlaka vakit geçirin.
Müzeler bölgesinde bulunan ve Dünyanın en büyük Van Gogh koleksiyonuna ev sahipliği yapan Van Gogh müzesi görülmeyi hak eden bir müze. Yine müzeler bölgesinde bulunan ve etkileyici büyüklükte bir meydana bakan Rijksmuseum gerek tarihi binası gerekse geniş Felemenk koleksiyonu ile göz dolduran bir müze. Amsterdam’ın en çok fotoğraflanan yeri olarak şehrin simgesi haline gelmiş ‘I Amsterdam’ yazısı da bu müzenin hemen önünde.

Kentin mimari açıdan en güzel bölgesi olan Begijnhof‘u mutlaka görün. Zamanında katolik rahibelerin yaşadığı bu bölgede şu anda yerel halk yaşıyor. Amsterdam’ın en eski evi olduğu düşünülen Het Houten Huis, orijinal Orta Çağ kulesi ile birlikte varlığını günümüze kadar korumayı başarmış Engelse Kerk (İngiliz Kilisesi) ve 1680’de inşa edilen Begijnhof Şapeli bulunuyor.
Şehrin en sıra dışı mekanı olan ve Dünyaca ünlü Red Light District yani Kırmızı Fener Mahallesi insanı hayrete düşüren, oldukça marjinal bir sokak. Bölgede yetişkinlere yönelik eğlence mekanları, barlar, coffee shop’lar, randevu evleri ve erotik şovların sergilendiği tiyatrolar var. Gündüz hayatın sakin aktığı sokak, akşam saatleri ile birlikte kırmızı ışıklara ve ezber bozan eğlencelere bürünüyor.
Her yeri yeşil Amsterdam’ın bir de kocaman yemyeşil bir parkı var. Vondelpark şehrin en büyük parkı. İngiliz stilinde inşa edilmiş heykellerle süslü bu güzel parkta bir yürüyüş yapmayı ihmal etmeyin.
Amsterdam Çiçek Pazarı da görülmesi gereken noktalardan. Singel kanalı üzerindeki pazarda, ilk gittiğim 2008 yılında daha çok çiçekçi vardı. Bu kez gittiğimde hemen hepsinin hediyelik eşya işine döndüğünü, sadece iki tane çiçekçi kaldığını gördüm. Yine de çiçek çeşitliliğini görmek için uğranılası bir pazar.
Dam Meydanından Muntplein’e kadar uzanan Kalverstraat alışveriş için uzun, canlı ve keyifli bir cadde.
Amsterdam’da Dam meydanına çok yakın konumda merkezi ve temiz bir otel olan Rokin Otel‘de konakladık. Amsterdam otobüs ve tren garına da çok yakın olması sebebiyle tercih sebebi olabilecek bu tarihi oteli rahatlıkla önerebilirim.
ROTTERDAM : Hollanda’nın ikinci büyük şehri Rotterdam, deniz kıyısında limanı bulunan önemli bir ticaret şehri. Belki bu yüzden, belki de modern ve yüksek binaların fazlalığından olacak bana hiç sevimli gelmeyen bir şehir. Hollanda’da her şehri, her kasabayı birbirine benzettim ama Rotterdam’ı farklı buldum. İkinci Dünya Savaşında taş üstünde taş kalmayınca, şehir 1950-1970 yılları arasında yeni baştan inşa edilmiş. Rotterdam, Avrupa’nın en büyük limanına sahip önemli bir ticaret merkezi olduğu için, yeni büyük binalar, modern köprüler, gökdelenler inşa edilmiş. Bu nedenle geleneksel Hollanda dokusu kaybolmuş.
Şehirde görülebilecek en önemli üç yapıdan bahsedeyim. Birincisi kübik evler. 1982 yılında bitişik nizamda inşa edilen evler dışarıdan eğik küpler olarak görünüyor. Evler üç katlı. Birinci ve üçüncü kat içeriden üçgen şeklinde, tavanlar ise pramit şeklinde camlarla kaplı. Bu evlerden biri eşyalarıyla birlikte döşenip müze haline getirilmiş. 2.5 euro karşılığında gezilebiliyor.

İkinci ünlü yapı Erasmus Köprüsü. Şehrin Nieuwe Mass nehri ile ikiye ayrılan kuzey ve güney yakasını birleştiren köprü, 1996 yılında yapılmış. Adını Humanizm akımının öncülerinden Desiderius Erasmus’tan almış.Tek sütundan oluştuğu için halk arasında kuğuya benzetiliyormuş. Gece ışıklandırmasının çok güzel olduğunu duymuştum ama ne yazık ki sadece gündüz gözüyle görebildim.
De Euromast Hollanda’nın en yüksek gözlem kulesi. 185 metre yükseklikteki zirveye süper hızlı asansörle çıkılıyor. Zirve kendi etrafında yavaşça dönüyor. Böylelikle şehrin panoramik manzarasını seyretmiş oluyorsunuz.
DEN HAAG (lAHEY) : Amsterdam ve Rotterdam’dan sonra Hollanda’nın en kalabalık şehri. Nüfusu 50.000 kişi. Hollanda Krallığının resmi başkenti olduğu gibi parlamenter demokrasinin de başkenti.

Binnenhof, Lahey’in en önemli ve görkemli tarihi binası. Riddelzaal Kalesi adıyla 13.yüzyılda inşa edilen ve şu anda Hollanda hükümetinin üst düzey çalışanlarının ofislerinin bulunduğu gotik bir yapı.
Birleşmiş Milletlerin başlıca yargı organı Adalet Divanı. Uluslararası Adalet Divanının merkezi ise Lahey’dedir. 1945 yılında kurulan Lahey Uluslararası Adalet Divanının ana binasını mutlaka görün. 100 yaşından büyük olan bina, rehberler eşliğinde her gün gezilebilmekte.
Mesdag müzesi ziyaret ettiğimiz mekanlardan biri. Hendrig Willem Mesdag’ın Scveningen sahillerini ve kum tepelerini 360 derece boyama tekniğiyle resmettiği müze, o tarihte gördüğüm ilk panoramik müze olması sebebiyle beni ziyadesiyle etkilemişti. Yıllar sonra İstanbul’da açılan 360 derecelik Fetih müzesine de aynı hevesle gitmiş ancak Mesdag müzesi kadar gerçekçi bulmamıştım. Vaktiniz olursa bir göz atın derim. En çok yarım saatinizi alır. Vermeer’in dünyaca ünlü ‘İnci Küpeli Kız’ tablosunun sergilendiği Mauritshuis müzesi de görülmesi gereken yerlerden.
Mesdag’ın esinlendiği Schveningen sahili de rotalarımızdan biriydi. Kuzey Buz Denizine bakan onlarca kilometrelik geniş-uzun bir kumsal ve bu kumsalda keyifle güneşlenen binlerce insanı görünce çok şaşırmıştık. Denizin rengi donuk ve pek de temiz görünmüyor. Ama kumsalı hem çok geniş, hem de kum olması sebebiyle çok keyifli. Sahilde adım başı bir tesis var. Cafeleri, dükkanları ve barlarıyla keyifli bir sayfiye yeri burası. Lahey’e gitmişken uğramadan dönmeyin.
Maduradam tıpkı bizim İstanbul’daki Miniatürk gibi tarihi eserlerin küçültülmüş birebir maketlerinin sergilendiği bir minyatür park. Hollanda’daki tüm ünlü yapıların bir maketi bulunuyor bu açık hava müzesinde. Turist olarak gittiğim bir ülkenin tarihi yapılarının orijinallerini görmek varken, maketlerini seyretmek hiç cazip gelmedi bana. Neylersiniz ki, eğer Lahey’e tur ile gelirseniz, illa ki buraya götürüyorlar turistleri. Siz de bizim gibi yapın, sonunda doğru yolu bulup, kendiniz gezin, kendi keyfinize tabi olun. 🙂
DELFT : Delft, Lahey ile Rotterdam arasında kalan küçük bir şehir. Zaten biz bu üç şehri yoğun bir trafikle bir güne sığdırmıştık. Delft bir saatinizi ayırırsanız fikir sahibi olabileceğiniz kadar küçük ve sevimli bir şehir. İznik mavisine benzer bir çinisi var. Bu maviden envai çeşit hediyelik eşya üretiyorlar. Şehir meydanının girişinde de bu çiniyi sembolize eden dev bir kristal kalp var. Hemen her turist illa ki önünde fotoğraf çektiriyor.
Delft şehir meydanında ilk gözünüze çarpacak bina kırmızı panjurlarıyla Delft City Hall. Rönesans stilinde inşa edilen yapının yapım tarihi 1620. Halen işkence aletlerinin sergilendiği bir müze olarak kullanılan binanın tam karşısında görkemli Yeni Kilise bulunuyor. Bu kilisenin çan kulesine 3 euro karşılığında çıkıp, harika şehir manzaraları çekebilirsiniz. Yeni Kilise 15. yüzyılda yapılmış olup, yeniliği daha da eskisinin bulunmasından ileri gelmekte 🙂 Hemen az ilerideki eski kilise ise 13.yüzyılda yapılmış.

HAARLEM : Amsterdam’dan trenle 25 dakikada ulaştığımız küçük ve sevimli öğrenci kenti. Nedense turların rağbet etmediği, biz Türklerin pek de bilmediği bu kasaba, ‘Amsterdam yakınlarında nereler var’ diye araştırırken çıktı karşıma. İyi ki de gitmişiz diyorum, hem gidiş kolay hem de yarım günde harika bir ortaçağ kasabası görme şansına sahip oluyorsunuz. Trenle gidiş geliş 8.60 euro. Spaarne ırmağının ikiye böldüğü şehrin en civcivli bölgesi Grote Markt. (şehir meydanı) Meydandaki Grote Kerk, şehrin küçüklüğüne karşın, oldukça büyük ve görkemli bir kilise. Meydan ve çevresinde pek çok güzel cafe, bar ve restoran var.

VOLENDAM : Amsterdam’a yakın ünlü sahil kasabası. 10 Euro tutarındaki otobüs bileti ile aynı gün Edam – Volendam – Marken güzergahını gezebiliyorsunuz. Biz araya Monnickendam kasabasını da sıkıştırdık. Eğer yüksek sezonda giderseniz 817 no.lu otobüsle Edam- Volendam-Marken-Zaanse Schans kasabalarını aynı gün tek biletle gezebilirsiniz.
Turistik bir bölge olan Volendam, tipik bir balıkçı kasabası. Çiğ balık ürünleri ve waffle satan dükkanların bulunduğu sahilde atıştırarak, okyanus kıyısında yürüyüş yapabilir, peynir fabrikasında peynir imalatı seyrederek tadım yapabilir ya da ahşap takunyalar, ahşap laleler, çiçek soğanları, magnetler, tişörtler ve daha envai çeşit hediyelik eşya satan mağazalara göz gezdirebilirsiniz.

MARKEN : Aslen bir ada olan Marken, ana karaya bağlanarak bir yarımada haline getirilmiş. Kendine özgü ahşap evlerin bulunduğu Marken, küçük ve kendi halinde bir balıkçı kasabası iken, turistik bir mekan haline gelmiş. Kasabanın girişinde ‘clog‘ adı verilen tahta ayakkabıların yapıldığı ve perakende olarak da satıldığı bir imalathane bulunuyor. Biraz ilerleyince bir peynir tadım dükkanına rastlayıp, peynir satın aldık. Köy meydanı tipik tahta Marken evleri ve bir müzeden oluşan küçük bir yer. Göz gezdirdikten sonra, Marken’in limanına ilerledik. Havanın da güneşli olmasını fırsat bilerek deniz kenarındaki küçük pub’lardan birine oturup, günün en keyifli saatlerini yaşadık. Marken’e otobüsle gelinebileceği gibi, Volendam’dan kalkan feribotlarla da ulaşmak mümkün.

EDAM : Hollanda’da en sevdiğim yer. Birbirinden bakımlı ve sevimli bahçeli evlerin bulunduğu, huzurlu, sakin, ömür uzatacak türden bir köy Edam. Kendi küçük ama peynirlerinin ünü büyük. Bir -iki peynir dükkanı, iki tane cafe, köy meydanı ve kiliseden ibaret bu sevimli yerleşime bir saatinizi ayırın derim.

MONNİCKENDAM : Edam- Volendam- Marken güzergahını takip eden 316 no.lu otobüs, bu küçük kasabaya da uğradığı için, bir anda hadi bunu da gezelim diyerek, girişteki ‘De Grote Kerk’ kilisesinden içeriye merkeze doğru rastgele yürümeye başladık. 10 dakika içinde kasabanın limanındaydık. Diğerlerinden pek de farklı olmayan bu kasaba da yarım saat içinde göz gezdirebileceğiniz sevimli bir yer.
ZAANZE SHANS: Yel değirmenleri ve karakteristik Hollanda evlerinin bulunduğu Zaanze Shans, bir açık hava müzesi olma özelliğini taşıyor. 1800’lü yıllarda bu bölgede yüzlerce yel değirmeni bulunmasına rağmen, şu anda sadece 13 aktif değirmen kalmış ve bunlar da devlet tarafından özenle korunuyor. 1960 yılında 35 tarihi niteliği bulunan ev bu bölgeye taşınmış ve Hollanda’nın en turistik bölgelerinden biri böylece kurulmuş. Evlerin her biri ticari amaçlarla kullanılıyor. Sıcak çikolata dükkanı, peynir imalathanesi, çini atölyesi, ayakkabı imalathanesi, cafe vs. Değirmenlerin her biri birer müze ve giriş ücretli. De Kat adlı değirmen en büyükleri ve en ünlüsü. Giriş 4 euro olduğu için biz tercih etmedik. Değirmenler zamanında su baskınlarına karşı suyu tahliye etmek amacıyla kullanılmış ise de, şimdilerde boya üretimi, hardal yapımı, bıçkı atölyesi gibi amaçlarla kullanılıyor. Zaanze Shans görsel olarak tatmin edici olsa da, sonuçta kurgusal bir kasaba. Ticari ve fazlaca turistik olması, evlerde yaşam olmaması kasabayı benim açımdan cazip olmaktan çıkardı. Fazlaca vaktiniz varsa yarım gün ayrılabilir ancak bence ilk görülecek yerlerden biri değil.

Turistik bir kasaba olduğu için bilet fiyatı da yüksek. Zaandam – Zaanze Shans gidiş geliş otobüs bileti 11.50 euro. Zaandam şehri Türklerin yoğun olduğu bir işçi şehri. Otobüs önce bu şehirden geçip, sizi direkt Zaanze Shans ‘ın önünde bırakıyor. Amsterdam’dan geliş yaklaşık 40 dakika sürüyor. Trenle gelecek olursanız, 15 dakika yürümeniz gerekiyor. Bu nedenle otobüs daha cazip.
HOLLANDA’DA NELER YEDİK? başlıklı yazıma göz gezdirmek için lütfen linke tıklayınız.
“AMSTERDAM KONAKLAMALI HOLLANDA TURU” üzerine bir yorum