Nehir kenarında sıra sıra dizilmiş tarihi konakları, arka fondaki heybetli dağa inşa edilmiş kaya mezarlarını gösteren fotoğraflara bakar ve hep merak ederdim Amasya’yı. Gözümde büyüttüğüm yerler genelde hayal kırıklığı yaratır bende. Bu kez tersi oldu. Hayalimdekinden çok daha fazla beğendim Amasya’yı…
Amasya Orta Karadeniz bölgesinin 320.000 nüfuslu küçük bir şehri. Nüfusu küçük ama tarihi önemi büyük. Sekiz bin yıllık tarihi boyunca Krallıklara başkentlik yapmış, Dünyaca ünlü şairlere, bilim adamlarına, sanatkarlara ev sahipliği yapmış, Osmanlı şehzadelerini yetiştirmiş bir şehir Amasya. Son olarak da Gazi Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşını başlattığı şehirlerden biri olması tarihi önemini arttırmış durumda.
Amasya’daki bilinen ilk yerleşim M.Ö. 5500 yıllarına dayanmaktadır. Amasya ve çevre ilçelerde Kalkolitik Çağa ve sonra gelen Tunç Çağına ilişkin pek çok höyük bulunmuştur. Orta Tunç Çağı’nın güçlü uygarlığı Hatti’lerin egemenliğine son veren Hititler uzun yıllar burada egemenlik sürdürmüştür. Sonrasında sırasıyla Frigler, Kimmerler, İskitler, Medler ve Persler bölgede hüküm sürmüştür. M.Ö. 333 yılında Büyük İskender’in Persleri yenilgiye uğratmasıyla Anadolu’nun büyük bölümü Makedonya Krallığı’nın eline geçmiş ve Helenistik çağ başlamıştır. Büyük İskender’in ölümü sonrasında Amasya ve çevresinde Pontos Devleti kurulmuştur. Pontos Devletinin hükümranlığı sırasında büyük imar faaliyetlerine girişilen ve bir kültür-sanat başkenti olan Amasya, Pontos ordularının Roma İmparatorluğu’na yenilmesi sonucu tahribata uğramıştır. Roma (Bizans) İmparatorluğu hükümdarlığında 700 yıl kalan şehrin kaderi, Alpaslan’ın 1071 Malazgirt Zaferinden sonra, Türk komutanların Anadoluya başlattığı akınlarla değişir. Danişmend Ahmet Gazi’nin Amasya’yı fethi ile Amasya’da Türk egemenliği başlar. 100 yıl süren Danişmendlilerin egemenliği ise, Selçuklu sultanı II.Kılıçarslan’ın Amasya’yı fethi ile son bulur. Selçuklu Devleti’nin 1243 Kösedağ Savaşı ile Moğollara yenik düşmesi, tüm Anadolu’da olduğu gibi Amasya’da da Moğol yağmaları ile sonuçlanan karanlık bir dönem başlatır. Moğollardan sonra bir kaç beylik arasında el değiştiren Amasya, Çelebi Mehmet döneminde Osmanlı Devleti topraklarına katılır. Osmanlılar devrinde Amasya, 15. yüzyılın ilk yarısından itibaren şehzadelerin görev yaptığı bir sancak ve aynı zamanda Eyalet-i Rum’un da merkezi konumuna gelir. Amasya Osmanlı tarihinde “Şehzadeler Şehri” olarak meşhur olmuştur. Bu şehzadeler arasında; Çelebi Sultan Mehmet, II. Murat, Fatih Sultan Mehmet ve II. Bayezid gibi sonradan padişah olmuş olanlarda vardır. Ayrıca, Amasya’da görev yapmış ve burada ölmüş bazı şehzadeler de bilinmektedir. 1559 yılında şehzade sancaklığından çıkarılan şehir, 1919 yılına kadar kayda değer hiç bir gelişme yaşamamıştır. 19 Mayıs 1919 yılında bir umut ışığı olarak Samsun’a gelen Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları 12 Haziran 1919 tarihinde de Amasya’ya gelmiş ve 22 Haziran 1919 tarihinde Amasya Genelgesi olarak bilinen kurtuluş genelgesini bütün yurda Amasya’dan ilân etmiştir. Amasya ‘Ulusun bağımsızlığını ancak ulusun azim ve kararı kurtaracaktır” kararının alındığı merkez olması açısından tarihi bir görev üstlenmiştir.
Amasya zengin tarihinin yanı sıra doğal güzellikleri ile de görülesi bir şehir. Dört bir yanı dağlarla çevrili, şehrin ortasından geçen Yeşilırmak’ın büyülü bir hava verdiği, yemyeşil bir vaha Amasya. Nüfusunun az olması, AVM’lerin ve çok katlı beton canavarların henüz bu şehre uğramamış olması sebebiyle şirin bir tarım kasabası havası da var. Şehri çevreleyen ormanlar ve elma bahçeleri de ayrı bir keyif katmış şehre. (Gevrek, tatlı, küçük Amasya misket elmasından da almayı ihmal etmedik)
Şehrin en çok bilinen ve en turistik bölgesi Yalıboyu. Yeşilırmak boyunca sıralanan tarihi konaklar da Amasya Yalıboyu Evleri olarak biliniyor. Ahşap sivil mimarisi ile dikkat çeken konaklar, sokağın dokusu gereği genelde yan yana ve bitişik nizam yapılmış. Konutlar hemen her ahşap Türk mimarisinde görüleceği üzere, haremlik selamlık düzenlenmiş. Evler genellikle bodrum kat üzerine bir kat veya iki kat inşa edilmiş. Hemen hepsinin ortasında avlu bulunuyor. Roma’dan kalma taş duvarların üzerine inşa edilen konakların Yeşilırmak’a bakan kısımları eliböğründe’lerle desteklenerek dışarı taşırılmış, böylece iç mekanda genişleme sağlanmış.
Biz de bu yalıboyu evlerinden biri olan Emin Efendi Konakları‘nda konakladık. Emin Efendi Konağı, Gül evi konağı, Fatma hanım konağı, Sedat bey konağı, Tufan bey konağı olmak üzere toplam beş konaktan oluşan otelde biz ilk tercihim Gül evi Konağının tadilatta olması sebebiyle Fatma hanım konağında konakladık. Odamız küçük ama Yeşilırmak manzaralıydı. Yalıboyunca uzanan buna benzer alternatif başka otel seçenekleri de var. Fiyatlar makul. Oda kahvaltı günlük ücret 200 TL.civarında. (2018 itibarı ile)
Yalıboyu evlerinin en bilineni olan Hazeranlar Konağı, Amasya defterdarı Hasan Talat efendi tarafından 1865 yılında yaptırılmış. Konak dört eyvanlı, orta sofalı planıyla Osmanlı sivil mimari örneklerinden biri. 1984 yılından biri müze ev olarak hizmet veren konakta, 19. yüzyıl yaşamını gözler önüne seren mutfak eşyaları, giysiler, takılar, kilim ve halı gibi ev eşyaları sergilenmekte.
Yalıboyu Evlerinin arkasındaki etkileyici dağ Harşena dağı olarak geçiyor. Dağın üzerine konumlandırılmış Harşena kalesi kesme taşlar ve yer yer moloz taşlar ile yapılmış. 13.yüzyıldan itibaren pek çok uygarlık tarafından savunma amaçlı kullanılmış. Kale içinde Osmanlı Şehzadelerinin kullanmış olduğu saray kalıntılarını görebilmek mümkünse de, günümüze ne yazık ki kayda değer bir şey kalmamış.
Harşena dağındaki diğer etkileyici yapılar Kral mezarları. M.Ö. hüküm süren Pers krallarına ait olan bu mezarları gezmek isterseniz hatırı sayılır sayıda merdiveni tırmanıp, ören yeri giriş ücreti ödemek zorundasınız. Mezarların içinde ne yazık ki görülebilecek bir şey kalmamış. Lakin şehir manzarasını seyretmek için çıkmaya değer. Bu mezarlardan bir tanesi var ki yerden 15 metre yüksekliğe ulaşan etkileyici bir mağara. Halk arasında aynalı mağara olarak bilinen bu mağaranın tamamı perdahlanmış ve içi çok renkli duvar resimleri ile bezenmiş. Şehrin 3 km dışındaki bu kral mezarını ne yazık ki biz gezemedik.
II.Beyazıt Camii ve külliyesi hemen Yeşilırmak kenarında bulunan ve ilk bakışta göze çarpan bir eser. Amasya valisi şehzade Ahmet’in, Osmanlı padişahı olan babası II.Beyazıt adına yaptırdığı külliyede camii, medrese, şadırvan, imaret bulunmakta. Günümüzde medrese kütüphane, imaretin bir bölümü ise Amasya maket müzesi olarak kullanılmakta.
Burmalı Minare Camii Selçuklu sultanı II.Gıyasettin Keyhüsrev’in veziri Ferruh bey tarafından yaptırıldığında minaresi ahşapmış. 1590 yılındaki deprem ve 1790 yılındaki yangın ile tamamen yok olan minarenin yerine, caminin taştan yapısına uygun olan şimdiki burmalı minare yapılmıştır.
Büyük Ağa medresesi Sultan II.Beyazıd’ın kapı ağası Hüseyin Ağa tarafından 1488 yılında yaptırılmış. Mimarisi diğer Osmanlı medreselerinin klasik tarzından farklılıklar göstermektedir. Zira Selçuklu mezarlarında kullanılan sekizgen plan şeması ilk kez bu medrese de uygulanmıştır. Bu medrese Amasya’da en yüksek mertebede eğitim öğretim yapılan medrese olmuştur.
Darüşşifa Tıp ve Cerrahi Müzesi İlhanlı döneminden kalan tek eser. Yapının özellikle ön cephesi dikkat çekici. Osmanlı döneminde de sağlık hizmetlerinin yürütüldüğü bu bina, bugün Tıp ve Cerrahi Müzesi olarak faaliyet vermekte.
Amasya Müzesi 13 ayrı medeniyete ait arkeolojik, etnografik eserin sergilendiği bölgenin en zengin müzesi. Müzenin en ilgi çekici bölümü 14.yüzyılda yaşayan İlhanlılara ait kadın,erkek ve çocuk mumyaları. Ayrıca Hitit Fırtına Tanrısı da (Teşup) müzenin en değerli eserleri arasında.
Tüm bu tarihi eserler arasında bir tanesi var ki, beni en derinden etkileyen yapı oldu. Saraydüzü kışla binası ve Milli Mücadele Müzesi, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının 12 Haziran 1919’da Amasya’ya gelip, 21-22 Haziran 1919’da Amasya Genelgesini tüm dünyaya duyurduğu bina olma özelliğini taşıyor. 1883 yılında bakımsızlık ve deprem sonucunda tamamen yıkılan şehzadeler sarayının olduğu yere, beş binadan oluşan kışla binası inşa edilmiş ancak 1930 yılından sonra ihtiyaç kalmayınca 1944 yılında tamamen yıktırılmış. Böylesine tarihi bir önem arzeden bir binanın yıkılmasını hayretle karşıladım. Neyse ki geçte olsa bu tarihi hatadan dönülmüş. 1993 yılında binanın yeniden yapılması gündeme gelince, eski yerin heyelan bölgesi olması sebebiyle, bina aslına birebir uygun olarak şimdiki Yeşil ırmak kenarındaki yerine yeniden inşa edilmiş. 2007 yılında Milli Mücadele Müzesi olarak hizmete giren kışla binasında Atatürk ve silah arkadaşlarının bal mumu heykelleri, Amasya genelgesinin eski ve yeni nüshaları, milli mücadele dönemine ait silah ve evraklar sergileniyor.
Hava kararmaya başladı mı bir başka güzel oluyor Amasya. Harşena dağındaki tüm kral mezarları ve yalı boyu evleri ışıklanıyor. Bir kaç dakikada bir renkler değişiyor, evler ve mezarlar başka bir renge bürünüyor. Bu görsel şölen gece yarısına dek sürüyor. Biz Amasya’nın yüksek bir tepesine kurulu bulunan Ali Kaya Restaurant’tan şehrin manzarasını seyretmeye doyamadık. Şehirdeki yemek deneyimlerimiz için buraya tıklayın. Umarım bir gün Amasya’ya yeniden gelmek nasip olur.
“ŞEHZADELER ŞEHRİ AMASYA” üzerine bir yorum