KANALLAR ŞEHRİ VENEDİK

İtalya’ya üçüncü ziyaretimin durağı Venedik oldu. Cafetur’dan satın aldığım otel, uçak bileti ve tranfer ücreti ile istediğim tarihler arasında kendi turumuzu planlamış oldum. Rehbere bağlı kalmak istemediğim ama tüm işlemlerle de tek tek uğraşmak istemediğim için böylesi bana rahat ve kolay geldi.

Gidiş geliş Türk Hava Yolları uçak bileti, şehir merkezinde üç gece dört yıldızlı otel ve transfer ücreti 715 euro tuttu. Üstelik otelimiz La Fenice et des Artistes, ünlü La Fenice tiyatrosunun yanıbaşında ve San Marco meydanına beş dakika yürüme mesafesinde çok merkezi bir oteldi. Zaten Venedik’e gelip de adanın içinde kalmamak çok anlamsız. Zira Padova şehrinde kalıp Venedik’e gidip gelmek için otobüs veya treni kullanmak gerek ki otobüs durakları ve tren istasyonu ana merkeze pek de yakın değil. Her gün gidiş dönüş en az bir saatinizi yolda ziyan etmiş olursunuz. Biraz daha fazla para verip, Venedik’i gece gündüz yaşamak ve dokuyu keşfetmek gerek bence.

Uçuşumuz 1 saat 45 dakika sürdü. Marco Polo havaalanına vardıktan sonra hemen bavulumuzu alıp, transfer için önceden bildirilen ‘desk’e gittik. Transferimiz VIP olduğu için, peron numarasını öğrendikten sonra bizi otele götürecek olan ‘water taxi’nin kalkacağı alana doğru yürüdük. Eğer özel tranferiniz yoksa, yine aynı alandan ‘alilaguna’ adı verilen bir nevi halk otobüsü diyebileceğim daha büyük vapurları tercih etmenizi öneririm. Zira özel taksi olan ‘water taxi’ havaalanından merkeze 130 euro gibi bir ücret tutuyor. Water taxi ‘ler çok şık , çok temiz, çok da hızlı. Venedik bataklık bir alan olduğu için sığ alanlar deniz trafiği için tehlike oluşturuyor. Bu sebeple Venedik ve çevre adalara binlerce kazık çakılmış. Kazıkların üzerinde aydınlatmalar mevcut. Kazıklar arasında belirlenmiş yollar, güzergah olarak kullanılıyor ve hiçbir motorlu deniz aracı bu alanların dışına çıkmıyor. Aracımız da bu güzergahı takip ederek bizi şehir merkezine getirdi, ardından daracık kanallara girerek otelimize en yakın noktada bizi bıraktı. Dönüş günü de otelimize faksla bildirilen buluşma noktası ve saatinde water taxi bizi alarak havaalanına bıraktı.

IMG_3595a
Water Taxi

Otelimiz La Fenice et des Artistes, eski İtalyan aktör ve aktristlerin konakladığı, zamanında popüler olan dört yıldızlı bir otel. Şimdilerde konumuyla idare ediyor. Odalar temiz ancak eski. Varış günü Venedik’te rüzgarla karışık yağmur başladı. Bu sebeple Venedik başta bana çok kasvetli geldi. Daracık kanallar, rutubet kokusu ve labirent gibi sokaklar ruhumu sıktı. İlk gün sokaklarda rastgele dolaştık. Yol bizi nereye götürürse oraya gittik. Acıktıkça ayak üstü pizza, tapas’a benzeyen cichetti yedik. Cichetti elde yenen, kızarmış ekmek arasında söğüş et, sebze ya da balık bulunan bir tür küçük sandviç. Bu tür ayaküstü mekanlarda bir masaya oturup da yemek isterseniz masa kirası gibi bir ücret ödüyorsunuz.

IMG_3506a
Yağmurda Venedik sokakları

Venedik çok karışık ve sıkışık bir şehir. Her metrekarede bir bina ve daracık sokaklar var. Bu daracık sokaklar meydanlara çıkıyor. Her meydanda bir su kuyusu olduğu dikkatimi çekti. Küresel ısınma sonucunda suların yükselmesiyle kanal kenarındaki çoğu evin alt katları sular altında kalmış. Muhtemelen rutubet ve bakımsızlık sebebiyle bu binaların ya tamamı ya da alt katları kullanılmıyor. Akşam olup da karanlık çökünce binaların ıssızlığı hüzünlü görünüyor. Evlerin rutubetli olması sebebiyle yerli halkın az bir kısmı şehir merkezinde kalıyor. Çoğu Padova’da kalıp, turistik işletmelerini açmak için sabah saatlerinde merkeze geliyorlar.

Şehir tam manasıyla turist kaynıyor. Dar sokaklarda eğer havada güneşli ise omuz omuza geçtiğiniz oluyor. Tabii bu dediğim Haziran ayı için geçerli. İki yıl sonra nisan ayında gittiğimde çok daha sakin bir Venedik’le karşılaştım. Sakinliği güzel ama nisanda bolca yağan yağmur sebebiyle denizin taştığını ve turistlerin San Marco meydanında iskeleler üzerinde dolaştığını görünce, her şeye rağmen en ideal zamanın yaz ayları olduğuna kanaat getirdim. Kışın gelenler, dükkanların bile suların içine gömüldüğünü ve fare kardeşlerin etrafta cirit attığını deneyimlediklerini söylediler. Onun için aman dikkat 🙂

Venedik sayısız su kanalıyla bölünmüş ve sayısız irili ufaklı köprü ile birbirine bağlanmış. En büyük kanal olan ‘grand canal’, ters S şeklinde ve adayı ortadan bölüyor. Şehir içi ulaşım ‘vaporetto’ adı verilen küçük tekneler ile sağlanıyor.

Kalabalığı takip ederek ilerlediğimiz sokaklarda yol bizi rialto köprüsüne çıkardı. Çarşılı köprülerin güzel örneklerinden biri olan rialto köprüsünün bir benzeri Floransa’da, pek bilinmez ama biri de Bursa’da bulunmakta. Rastgele geze geze kendimizi bir parkın içinde bulduk. İlk kez betonun içinden çıkıp yeşil bir alana geldiğimiz için mutlu olduk. Meğer burası Venedik adasının tek parkı olan Giardini Publicci Papadopoli imiş. Haritaya bakınca otelimizden ne kadar uzağa düştüğümüzü anladık. Amaçsızca yürümek güzel ama istikamet belirleyince harita ile ilerlemek çok zahmetli. Kendimizi adeta labirent faresi gibi hissettik. Eğer gsm cihazınızda internet bağlantınız varsa, açın navigasyonu, hiç zahmet çekmeyin. Bu kez farklı bir güzergah üzerinden gallerie de l’accademia önünde bulunan ‘ponte de l’accademia’ üzerine çıktık. Bu meşhur köprü üzerinden görkemli ‘Santa Maria della Salute’ katedralini hem gece hem de gündüz fotoğrafladık. Sonraki istikametimiz San Marco meydanı oldu. Yağmur sebebiyle insanlar tarihi ‘Cafe Florian’ ın küçük odalarına sığınmıştı. Hemen karşı köşede Basilica di San Marco (San Marko bazilikası) ve Palazzo Ducale (Dükler Sarayı) tüm heybetiyle duruyordu. Dükler Sarayının arkasındaki ‘Ahlar köprüsü,’ mimari açıdan çok gösterişli olmasa da, hükümlülerin zindana girmeden önce güneşi görüp iç çektikleri köprü olarak ünlendiği için, turistlerin ilgi odağı. San Marco meydanını gece fotoğraflamak hedeflerimden biriydi. Ancak gece tripodla tekrar meydana gittiğimde hayal kırıklığına uğradım. Zira ışıklandırma çok zayıf ve cılızdı. Bir zamanlar Venedik Dükalığı’nın merkezi olmuş bu meydanın görkemli bir şekilde aydınlatılması gerekirdi.

IMG_3677a
Dükler Sarayı ve Ahlar Köprüsü

Ayaküstü atıştırmalarımız uzun yürüyüşlerimiz neticesinde yetersiz kaldı ve akşam keyifli bir yemek için hoş bir mekan aradık. Aradığımız mekan hemen otelimizin altında bulunan ve Birinci Dünya Savaşı yıllarından beri faaliyet gösteren ‘Taverna La Fenice’ idi. Arthur Rubinstein, Luciano Pavarotti, Igor Stravinsky gibi Dünyaca ünlü müzisyen ve bestecilerin uğrak mekanı olmuş bu şık ve zarif bir ortamda lezzetli bir akşam yemeği yedik. Ben lazanyaya benzeyen ‘cannelloni’ , eşim de ‘barolo wine beef’ yedi. Meşrubatla birlikte 66 euro hesap ödedik.

Ertesi günü Venedik ‘in küçük adalarını gezmeye ayırdık. Venedik’lilerin sayfiye yeri olarak ün yapan Lido adasına gitmek için San Marco meydanındaki vaporetto’lara binebilirsiniz. Murano, Burano ve Torcello adaları Venedik’in diğer tarafında. Bu üç adayı da görmek istiyorsanız ‘Fondamente Nove’ durağından kalkacak vaporetto’lara binmeniz gerekiyor. Bu durağa ulaşabilmek için elimizde haritayla bir hayli çaba sarfetmemiz gerekti. Aldığımız 24 saatlik bilet ile ilk tekneye bindik. Tekne önce hemen karşıda görünen Murano adasına uğruyor. Bilindiği gibi Murano cam işçiliğiyle ünlenmiş bir ada. Adada çok sayıda mağaza var. Kimi alelade ürünler satarken, kimi mağazalar adeta birer sanat galerisi gibi. Murano da tıpkı Venedik gibi kanallarla bölünmüş büyükçe bir ada.

IMG_3564a
Murano adası

Burano adası Murano’dan yaklaşık 20 dakika uzaklıkta bulunan, rengarenk boyanmış evleri ile çok şirin bir ada. Dantel işçiliği ile ünlenmiş ise de bugünlerde Çin işi dantelleri orijinallerinden ayırmak için dikkatli olmak gerek. Ben İtalyan bir hanımın dikip satışını yaptığı keten dantel karışımı çok şık bir elbise aldım kızıma. Karnımız iyice acıktığı için güzel bir lokanta aradık ve deniz mahsülleri bulunan bir restoranda karar kıldık. ‘Trattoria Da Primo’ isimli restoranda Türkçe menü bulmak günün sürprizi oldu. Önce ‘mürekkep balıklı ve karidesli risotto’ yedik. Risottonun rengi, mürekkep balığının rengini almış olması sebebiyle simsiyahtı ama tadı mükemmeldi. Ardından o bölgede avlanan turbot isimli bir balık yedik. Lezzeti vasattı. İki kadeh şarapla birlikte ödediğimiz hesap 89 euro oldu. İtalya yeme içme bakımından oldukça pahalı bir ülke. Üstelik Venedik dünyanın en turistik bölgelerinden biri olduğu için, fiyatlar daha da yüksek. Burano adasının hemen karşısında Torcello adında bir ada daha var. Küçük bir köy merkezi olan yemyeşil bir ada Torcello. Vakit kalırsa bu adaya da uğrayabilirsiniz.

IMG_3577a
Burano adası

Dönüşte yine ‘fondamente nove’ durağında indik. Otelimize gitmek için yürümek yerine San Marco durağına giden bir vaporetto’ya bindik. Farklı güzergahlardan geçerek büyük kanala çıktık. Geze geze yaklaşık 45 dakikada San Marco’ya vardık. Bizim için farklı bir deneyim oldu. Yürüyerek gezemeyeceğimiz yerleri denizden görmüş olduk.

Otelimize gidip üzerimizi değiştirdikten sonra klasik müzik konseri için sabahtan bilet aldığımız görkemli ‘Teatro La Fenice’ de aldık soluğu. 1792 yılında açılan bu opera salonu, İtalya’nın en önemli etkinliklerine ev sahipliği yapıyor. Salon gerçekten çok etkileyici. Kalabalık bir orkestra ve iyi bir akustik konseri daha keyifli kıldı. Konsere genellikle İtalyan aileler katılmıştı ve giyimleri çok özenliydi. Böyle bir konsere veya operaya gitmek gibi bir planınız varsa bavulunuza bir elbise ve gömlek koymanızı tavsiye ederim. Kişi başı 70 euro ödemiş olsak da bence değdi. Harika bir deneyim oldu. Önceden bilet almak isterseniz la fenice bilet linki tıklayın.

IMG_3605a
Teatro La Fenice

Üçüncü gün Verona’ya gitmek üzere otelimize en yakın duraktan vaporetto’ya binerek ‘Ferrovia’ durağında indik. Hemen karşımızdaki ‘Ferroviaria San Lucia’ tren istasyonuna girerek, önceden ‘trenitalia’ firmasının internet sitesinden almış olduğumuz biletlerimiz ile Verona’ya gittik. Verona gezisinin detayları için bu linke tıklayın. Aynı akşam 20.00 sularında Venedik’e döndüğümüzde güneş batmak üzereydi. Muhteşem bir kızıllık ve yeni yeni yanmaya başlayan ışıkların altında bu kez Venedik gözüme büyülü göründü.

IMG_3641a
Gün batımında Venedik

Tren istasyonuna sırtımızı verip sol yana doğru, herkesin yürüdüğü bir sokağa dalıp kalabalığa karıştık. İnsanlar ellerinde dondurmaları ile ağır ağır yürüyordu. Kendimi bir sahil kasabasında gibi hissettim. Bu güzergahı üç gündür ilk kez görmüştük. Karışık sokaklardan sonra dümdüz ilerleyen bu geniş ve aydınlık sokaklar çok keyifli geldi bize. Yürüyüş yolumuz üzerinde ‘Zikiya Japanese Ristorante ’ isimli Uzakdoğu mutfağı sunan bir restoranta girdik. Bulmak isteyenler için adres ‘Strada Nova 4394′ . Kişi başı 23 euro veriyorsunuz  ve yiyebildiğiniz kadar, açık büfe sınırsız deniz mahsülü ve Uzakdoğu yemekleri yiyiyorsunuz. Bir sonraki yıl nisan ayında yeniden gittik, kişi başı 20 euro verdik. Sanırım yüksek sezonda fiyatları değiştiriyorlar.  Açık büfede istakozdan tutun, Jumbo karidese, deniz tarağından ahtapot çeşitlerine kadar ne ararsanız var. Ayrıca bir garson tek tek masaları dolaşıp döner bıçağı ile tavuk, biftek, ananas vs. kesip tabağınıza bırakıyor. Tavsiye ederim. Bu fiyata bu kadar çeşit ve lezzetli deniz ürününü Türkiye’de hiçbir yerde yiyemezsiniz. Yemeğimizi açık büfeden tatlı alarak sonlandırdık ve kalabalığı takip ederek hiç kaybolmadan otelimizi bulduk.

Dördüncü yani son günümüzü alışverişe ayırdık. Venedik sokaklarında pek çok Dünya markası bulunuyor. Pazar olmasına rağmen hemen hepsi açıldı. Ancak yerel işletmelerin bazıları Pazar günü açılmıyor. Bu yüzden önceden gözümüze kestirdiğimiz ev yapımı makarnalar satan bir dükkandan makarna ve risotto alma planlarımız suya düştü. Alışverişimizi yaptıktan sonra belirtilen saatte ‘private water taxi’ ile buluşacağımız noktaya gittik. Havaalanına varınca ilk işimiz tax free işlemleri ile ilgilenmek oldu. Bazı havaalanlarında satın aldığımız ürünleri de görmek istiyorlar. San Marco havaalanında böyle bir talep olmadı. İşlemler için Türkçe bir yazı var, hemen onu gösterip sizi gitmeniz gereken gişeye yönlendiriyorlar. Tax free işlemlerimizi kolaylıkla halledip paramızı nakit olarak aldık. Dolu dolu bir seyahat yapmış olmanın mutluluğuyla Venedik’ten ayrıldık.

İtalya’yı seviyorsanız bu linklere de göz atabilirsiniz:

Kızıl Şehir Bologna

Toskana Rüyası

Floransa – Rönesansın Doğum Yeri

Romeo&Juliet’in şehri Verona

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s