BRUGGE – GHENT – BRÜKSEL ÜÇLEMESİ

BRUGGE (BRUGES)

Colin Farrell’in başrolde oynadığı 2008 yapımı ‘In Bruges‘ filmini seyredince, daha önce hiç adını duymadığım Belçika’nın masal şehri Brugge , hayallerimi süslemeye başlamıştı. Aradan bir kaç yıl geçtikten sonra, bu güzel şehre gitme fırsatını buldum.

Brugge’de havaalanı yok. Bu nedenle Brüksel’de bulunan iki havaalanından birini tercih etmeniz gerekiyor. Brüksel Havalimanı (BRU) veya Charleroi Havalimanı. BRU ana havalimanı ve Brüksel merkeze daha yakın. THY seferleri bu havalimanına yapılıyor. Charleroi Havalimanına Pegasus gibi daha küçük firmaların uçuşları var. Uçak fiyatları daha uygun ancak merkeze ulaşım daha zor. Biz THY’nın BRU uçuşunu tercih ettik. Valizlerimizi aldıktan sonra, havaalanının alt katındaki tren istasyonuna indik. Görevli gidiş dönüş bilet almamızın daha ekonomik olduğunu söyleyince, Brugge-Brüksel gidiş dönüş iki kişi 58 Euro’ya indirimli bilet aldık. Havaalanından önce ‘Midi Brussels‘ tren istasyonuna aktarma yaptık, oradan da yaklaşık 50 dakikalık bir yolculuktan sonra Brugge tren istasyonuna vardık. İstasyonun hemen önünde otobüs durakları var. Bir bilet 3 Euro. Otobüsten otelimize yakın bir mesafede indik. Dönüş günü ise otele taksi çağırdık. Dört kişi 10 Euro ödedik. Bilseydik ilk günde valizlerimizle otobüse in bin zahmeti çekmezdik.

IMG_5000a

Rosenburg Otel  şehir merkezine çok yakın mesafede – zaten Brugge’de mesafeler uzun değil- kanal dibinde temiz güzel bir otel. İnternetteki olumlu yorumlara bakarak yer ayırtmıştık. Memnun kaldık. Personel çok nazik ve yardımsever. Odalar geniş ve manzaralı. Kahvaltı da Avrupa standartlarına göre iyi sayılır. Brugge turistik bir şehir olduğu için, konaklama Brüksel’e göre daha pahalı. Turlar, çoğunlukla konaklamayı Brüksel’de yapıp, Brugge şehrini günübirlik gezdiriyor. Oysa ki Belçika’nın en güzel şehri Brugge’e yarım gün ayırmak büyük bir hata.  Brugge’de en az bir gün mutlaka konaklayın. Aralık 2016 tarihi itibarı ile çift kişilik odaya kahvaltı dahil 450 TL. ödediğimizi belirteyim.

Brugge, çikolataları, dantelleri (rahibe işi de deniyor) , kanalları ile ünlü turistik bir şehir. Ortaçağ mimarisi, 2.Dünya Savaşından hiç etkilenmediği için şehir, masallardan çıkmış gibi. Şehrin Ortaçağdaki boyutlarını hala koruyor olması, benim gibi Türkiye’nin metropol şehirlerinde yaşayan insanlar için inanılmaz. Gıpta etmemek mümkün değil.

IMG_5226a

‘In Bruges’ filmindeki sisli, puslu, biraz da kasvetli Brugge görüntüsünün aksine, Brugge renkli, parlak, canlı, pırıl pırıl bir şehir. Binaların mimarisi, Hansel ve Gretel masalındaki şekerden, çikolatadan yapılan o evi anımsatıyor. Her biri boyalı, bakımlı. Sokaklar tertemiz. Dükkanlar göz alıcı. Vitrinlerden gözünüzü alamıyorsunuz. Kanallar tertemiz. Öyle ki  botların gezmediği akşam saatlerinde binaların çatılarının yansımaları bile görünüyor kanalda.

Venedik’e benzetenler var bu şehri. Brugge’den önce Venedik‘e gittim. Bence ilgisi bile yok. Venedik çok büyük, Brugge ise küçük. Venedik’te kanallar her sokağın içine girer, yosunludur, rutubet kokar, Brugge’de ise kanallar küçük ve temiz. Venedik labirent gibidir, daracık sokakların içinde kaybolursunuz, binalar eskidir, sular yükseldiği için bazıları terkedilmiştir, bilhassa geceleri hüzünlüdür Venedik. Oysa Brugge sanki yeniden inşa edilmiş gibi yeni, neşeli, caddeleri geniş, meydanları büyük.

Brugge çikolataları ve waffle’ları ile ünlü. Çikolata dükkanları görsel olarak da çok doyurucu. Sokaklar mis gibi waffle kokuyor. Adım başı Belçika biralarının satıldığı pub’lar, bistrolar, nefis midye yemekleri yapan lokantalar var. ‘Belçika’da ne yenir‘ linkine tıklayın.

Şehrin en büyük meydanı T’Zand. Araç ile gelenler bu cadde de bulunan büyük otoparka araçlarını bırakıp, şehrin tarihi meydanına yürüyebilirler. Tarihi şehir meydanı Grote Markt’a, Steenstraat veya Geldmuntstraat üzerinden çıkabilirsiniz. Her iki cadde de sağlı sollu Dünyaca ünlü markaların ve yerel markaların mağazaları ile dolu. Hafta sonları bu caddeler, gelen günübirlik turlar sebebiyle iğne atsan yere düşmeyecek hale geliyor.

IMG_5053a
Grote Markt

Ünlü saat kulesi Belfort’un da bulunduğu tarihi meydan olan Grote Markt, yeniyıl arifesinde Noel pazarı ve buz pateni sahasıyla çok renkliydi. Belfort‘a (Belfrey) çıkmak ücretli, ayrıca üçyüz küsür basamağı tırmanmak da cabası. Biz teşebbüs etmedik. Meydanda Historium adında ünlü bir tarih müzesi var. 15.Yüzyıl Brugge halkının yaşantısı, balmumu heykellerle anlatılıyor. Girişte İngilizce audio guide (sesli rehber) temin edebilirsiniz. Giriş ücretli. Bileti kapıdan temin edebilirsiniz. Müze içindeki hediyelik eşya mağazasına da bir göz gezdirin derim.

Belfrey’e sırtınızı verip sağa dönerseniz hemen iki yüz metre ileride Burg Meydanına (Burg Square) ulaşırsınız. Bu meydan şehrin yönetim merkezi olup,  Belediye, Hükümet binası gibi resmi binalar ve Kutsal Kan bazilikası (Holy Blood Basilica) bulunmakta. Bazilikada, İsa’nın kanının saklandığı iddia ediliyor. Bazilika ve etrafındaki tamamlayıcı binalar,   kırmızı panjurları ve cam pervazlarıyla görülesi binalar. Meydanda yeni yıl sebebiyle dev bir çam ağacı da vardı. Bazilikanın altındaki süslü geçitten geçerseniz Dijver nehrinin aktığı kanala çıkarsınız. Hemen köşede kanal turlarının yapıldığı durağı göreceksiniz. Kanal turu bir kişi 6 Euro. Yarım saat kadar sürüyor. Yürüyerek göremeyeceğiniz bazı noktaları da bu turla keşfedebilirsiniz.

IMG_5212a
Burg Meydanı

Kanalın arka sokaklarında Gruuthuse müzesi gözünüze çarpacak. Brugge soylularından olan bu ailenin yaşadığı saray, şimdilerde müze olarak gezilmekte. Giriş ücretli. Müzenin bahçesinden Bizim Leydi Kilisesine (Church of our lady Bruges) çıkılmakta. Şehrin en uzun yapısı olan gotik tarzdaki bu kiliseyi ünlü yapan ise, Michalengelo tarafından yapılan ‘Madonna of Bruges‘ heykeli. Meryem ve çocuk İsa’yı tasvir eden heykel, Siena kilisesi için yapılmış ise de, iki İtalyan tüccar tarafından satın alınıp bu kiliseye bağışlanmış. 200 cm.ebatındaki bu küçük heykel, ücreti mukabilinde görülebiliyor.

Şehirde turistlerin çok ilgi gösterdiği faytonlar,  Begijhof Manastırının bulunduğu sokaktan kiralanıyor. Faytonların çektiği atlar birbirinden güzel ve bakımlı. Sokağın başında at başı heykeli bulunan güzel bir çeşme bulunuyor. Begijhof manastırı etrafı hendek ve sularla çevrili dev bir yapı. Şu anda Katolik Benediktin tarikatına mensup kişiler tarafından kullanılıyor. Kanal turuna katılırsanız bu manastırın yanıbaşında bulunan, kuğuların yüzdüğü göle kadar girme şansınız oluyor. Manastır sınırlarında gövdesi rutubetten yemyeşil olmuş dev ağaçların bulunduğu bir park var. Bu yazının görseli işte o parkta çekilmiş bir kare.

IMG_5252a

Gelmişken ne alınır derseniz, dantel ve çikolata bu şehrin demirbaşı. Dünyaca ünlü Belçika markalarının süslü dükkanlarında envai çeşit çikolata ve hediyelik teneke kutular satılıyor. Çikolatalar fiyatları itibarıyla doyulası değil tadılası. Bu nedenle çikolata canavarı çocuklarıma Belçika’nın yerel markası Hema ‘dan yılbaşı temalı çikolatalar aldım. Fiyatları çok uygun. Üstelik ambalajları tam da çocukları cezbedecek türden. Yılbaşı ağacına asıp, canları çektikçe ağaçtan çıkarıp yediler. Hema’da aksesuardan, kıyafete, oyuncağa kadar pek çok uygun fiyatlı ürün var. Hema’nın Ghent ve Brüksel’de de mağazaları var. Yine çocuklar için cazip diğer bir mağaza Flying Tiger. Tasarım ürünler cazip fiyatlarla satılıyor. Brugge rahibe işi dantelleri ile de meşhur. Lakin fiyatlar can yakıyor. Küçücük bir cam süsü dantel 4 Euro’dan başlıyor. Fiyatları görünce çeyiz sandığımı yeniden karıştırmaya karar verdim.

Brugge geceleri ayrı bir güzel. Çok iyi ışıklandırılmış şehrin sokaklarında geç saatlere kadar güvenle gezebilirsiniz. Şehir düz ve küçük olduğu için bisiklet trafiği de oldukça yoğun. Geceleri bisikletlerin kırmızı ışıkları, fotoğraflara ayrı bir güzellik katıyor.

Madem şehri bir film ile özdeşleştirdim, bir başka film ile bitireyim. Benim Brugge’üm ünlü kült Hint filmi PK‘ deki gibi renkli, masalsı ve büyüleyici. Bu şehri görmeden Avrupa’yı gördüm demeyin.

GHENT (GENT)

Brugge’de kaldığımız ikinci günün yarısını Ghent şehrini gezmeye ayırdık. Brugge tren istasyonundan Ghent ‘e gidiş dönüş biletini %50 indirimli olarak 7.60 Euro’ya aldık. Tek gidiş ise 6.60 Euro. Ghent, Brugge ve Brüksel’in tam ortasında. Brugge’den trenle 25 dakika sürüyor. Ghent tren istasyonundan şehir merkezine yürüyüş yaklaşık 20 dakika. Tramvay raylarını takip ederek merkeze ulaşabilirsiniz. Yürüyemem derseniz 3 Euro verip istasyon önünden tramvaya binebilirsiniz.

Ghent, doğu flaman bölgesinin merkezi ve en yüksek nüfuslu şehri. Ortaçağ’da zengin ve önemli bir ticaret şehri olan Ghent, şimdilerde de limanı ve üniversitesiyle hareketli bir şehir.

IMG_5300a
Graslei Nehri

Ghent’te de tıpkı Brugge’deki gibi kanallar var. Graslei nehrinin kenarları, öğrenciler için yeme içme, sohbet mekanları olmuş. Turistler için kanal turları ve fayton turları düzenleniyor. Binaların mimarisi de tıpkı Brugge’deki gibi. Ancak Ghent, daha büyük bir şehir olması sebebiyle Brugge’deki büyüyü yakalayamadım. Yine de eğer vaktiniz var ise, bu şehir günübirlik bir gezintiyi hakediyor.

Ghent’te başlıca görülmesi gereken yerler Korenmarkt meydanında toplanmış. Meydanın en civcivli yerinde- tıpkı bizim Taksim’deki gibi- Mc Donald’s yerini almış. İlk bakışta St.Nicholas Kilisesi ile St.Bavos Katedrali gözünüze çarpacak. Avrupa şehirlerinde şehir kalesi ve surları genelde merkezden biraz uzak olur ancak Ghent kalesi hemen şehir merkezinde, Graslei nehrinin kıyısında. Bu görkemli kale, işkence müzesine de ev sahipliği yapıyor. En son 1860 yılında kullanılan giyotin de sergilenenler arasında. Ghent’te de tıpkı Brugge’deki gibi bir çan kulesi var. Belfort‘a ücreti mukabilinde çıkıp, şehri gözlemleyebiliyorsunuz. Korenmarkt meydanını kesen uzun Veldstraat caddesinde iki taraflı mağazalar var. Çikolata ve diğer alışverişlerinizi buradan yapabilirsiniz.

IMG_5303a

Noel arefesi sebebiyle merkezde büyük bir dönme dolap ve oldukça geniş bir noel pazarı kurulmuştu. Noel pazarında gezinti yapmak oldukça vaktimizi aldı. Bu arada Türk’lerle de sohbet etme fırsatımız oldu. Ghent’te Türk nüfusunun bir hayli fazla olduğunu ve bu nedenle şehirde Türk mahallesi de bulunduğunu öğrendik. Sokak tabelasında ‘Klein Türkije’ yani Küçük Türkiye yazıyormuş.

Yarım günlük şehir turumuzu tamamlayıp, akşam üzeri küçük ve şirin Brugge’e geri döndük

BRUSSELS (BRUXELLES)

Belçika’ya kadar gelip, başkenti görmeden dönmek istemedik ve seyahatimizin bir gününü de Brüksel’e ayırdık. Önceden aldığımız gidiş dönüş biletlerimizle Brüksel merkez istasyonda indik. ( Gare centrale – Brussel centraal) İstasyon çok merkezi bir bölgede, tarihi şehir merkezinin hemen göbeğinde. İstasyondan merkeze doğru yüz metre kadar yürüyünce Hotel İbis Brussels of Grand Palace otelini görüyorsunuz. Bu otel şehrin tam kalbinde. Konumu mükemmel. Ben daha ucuz diye Hotel İbis Brussels Centre Ste Catherine oteline rezervasyon yaptırmıştım, elimizdeki valizlerle biraz daha fazla yürümek zorunda kaldık. Aslında bu otelde merkezi. Kahvaltı dahil gecelik 300 TL.civarında bir ücret ödedik. Odalar küçük. Üç yıldızlı temiz bir öğrenci oteli havasında.

Brüksel ismine biz Türkler, Avrupa Birliği’nin başkenti olması sebebiyle oldukça aşinayız. AB Komisyonu Brüksel’de olduğu gibi, Nato merkez karargahı da Brüksel’de yerleşiktir. Flaman bölgesi olan Brugge’de konuşulan Flamanca dilinin aksine, Brüksel’de nüfusun yaklaşık %80’i Fransızca konuşur. Nüfusu bağlı Belediyeler ve Brüksel’e günübirlik çalışmaya gelenlerle birlikte birkaç milyonu bulmaktadır.

Brüksel ile ilgili en çok dikkatimi çeken nokta, tarihi merkezdeki kozmopolit insan topluluğu oldu. Araplar, siyahi kökenliler ve pek çok farklı diğer ırkın bulunduğu bu bölge, bana akşam saatlerinde tekinsiz bir bölgede bulunduğum hissini uyandırdı. Ertesi gün, Dünya markalarını görmek için tarihi merkezinde içinde bulunduğu aşağı şehirden uzaklaşıp, şehrin üst kısımlarına yani yukarı şehire çıkınca iklim tamamen değişti. Sadece Belçikalıların bulunduğu bu semtler, şehirdeki ayrımı çok net görmemizi sağladı. Örnek vermek gerekirse, tarihi bölge Sirkeci ise, diğer bölge Nişantaşı gibiydi.

Belçika vatandaşlığını elde etmek, diğer AB ülkelerine göre daha kolay olduğu için, Brüksel şehri çok fazla göç alarak,  İstanbul’un daha küçük çapta akibetine uğramış. Başlangıçta vasıfsız nüfuslar akın akın göç etmiş bu şehre. Sıralamada birinci sırayı Faslı araplar, ikinci sırayı Emirdağ kökenli Türkler (ki bizde bazılarıyla karşılaşıp sohbet ettik) , üçüncü sırayı da eski bir Belçika sömürgesi olan Kongo’lu araplar almakta. Son yıllarda AB sebebiyle kalifiye nüfusta gelmiş Brüksel’e. Şehrin %28’ini yabancılar oluşturduğu için kültürel yapısı  erezyona uğramış . Bu kadar göç olunca gettolaşma da olmuş haliyle. Belçika’nın yerlileri az önce bahsettiğim gibi belli semtlere çekilmek zorunda kalmışlar. Bize ne kadar da tanıdık değil mi!

IMG_5424a
Grote Markt

Brüksel denince akla ilk Grand Place Grote Markt gelir. Şehrin bu görkemli tarihi meydanı her yıl Ağustos ayında çiçek halısı festivaline – Tapis de fleurs– ev sahipliği yapar.  Türk televizyonlarında da bu festivale yer verilir ve onbinlerce çiçekten yapılmış dev halı motifleri gösterilir. Ben belki bu festivali kaçırdım ama başka harika bir gösteriyi izleme fırsatı buldum. Yeni yıl sebebiyle Grand Palace’da her akşam yarım saatte bir tekrarlanan ses ve ışık gösterisini izledim. Tarihi binaların farklı renklere bürünmesi göz alıcıydı. Unesco Dünya Kültür mirası listesindeki meydanda bulunan ortaçağa ait tarihi binaların bir kısmı 1695 yılında Fransızlar tarafından bombalanmış ve beş yıl içinde yeniden yapılmış. Grand Place’i çevreleyen iki ana yapı görkemli gotik yapı ‘Hotel De Ville‘ ki günümüzde kömün meclisi (Town Hall) olarak kullanılıyor ve Brüksel şehir müzesi.

Brüksel Şehir Müzesi, kralın köşkü olarak kullanılıyorken, müzeye dönüştürülmüş. Şehir tarihine hızlı bir bakış atmak isteyenler gezebilir. Müzede meşhur ‘işeyen çocuk’ heykelinin yüzlerce çeşit kıyafeti sergileniyor.  (Benim bundan anladığım, müzede çok da kayda değer eserlerin sergilenmediği oldu 🙂  Town Hall yani kömün meclisi, bizim üzerinde Belediye Sarayı yazan uyduruk beton binalarımızdan değil, gerçekten saray kadar görkemli. Avrupalıların böyle kompleksleri yok, resmi binaları genellikle saray statüsünde ama saray diye adlandırma gereği duymuyorlar. Town Hall 1402 yılında yapılmış. Binanın devasa kulesi çan kulesi olarak kullanılmış. Çan kulesinin tepesinde ‘Michael‘ Mikael isimli meleğin heykeli bulunmakta. Görkemli binanın içi de bir o kadar görkemli. Günümüzde resmi işlemler dışında nikah törenleri de bu binada kıyılıyor.

Binalara dikkatle bakılırsa yapım yılları üzerinde yazıyor. Meydanın ortasında bulunan ‘Maria‘ Meryem ana heykeli, şimdilerde adak yeri haline gelmiş. Meydanın Türkçesi ‘büyük pazar’ ki önceki yüzyıllarda bu meydan şehrin ana pazar yeri imiş.

Meydana ikiyüz metre mesafede bir duvar kenarında ‘işeyen çocuk’ yani Manneken Pis heykelini görebilirsiniz. Bence görmeseniz de olabilir. Zira 61 cm ebatındaki bu heykel, ününü tamamen Avrupalıların pazarlama zekasından alıyor. Zaten sergilenen heykel, orijinal değil,kopyalama. Zira aslı defalarca çalınmış. Belçikalılar heykel daha çok ilgi çeksin diye heykele 700’e yakın kıyafet tasarlamışlar. Şehir müzesinden getirip arada bir giydiriyorlar. Yalnız biz gittiğimizde çıplaktı. 1619 yılında yapılan heykelle ilgili pek çok rivayet ortaya atılmış. Böylece heykelin ünü artmış. Normalde su işeyen bu küçük çocuk, bira festivali zamanında bira işiyormuş. İşeyen çocuk bu kadar tutunca, bir de işeyen kız heykeli yapmışlar lakin o heykel bunun kadar prim yapmamış.

Aşağı şehirde Borsa(Bourse) binasını görmeden geçmeyin. Noel pazarını gezerken çıktı karşımıza. Bina 19.yüzyıl mimarisinin en zarif eserlerinden biri. Biz gece ışıklandırılmış haliyle gördük. Binanın ön cephesinde altı sütun tarafından desteklenen ve heykellerle süslenmiş bir alınlık var. Binanın en göz alıcı detayı bu.

IMG_5429a
Les Galeries Royales Saint-Hubert

Grand Palace yakınlarında görülmeye değer bir pasaj var. Üzeri camla kaplı Les Galeries Royales Saint-Hubert içinde çikolatacılar, dantelciler, kitapçılar ve şık butikler var.

Aşağı şehirden yukarı şehre doğru tırmanmaya başlayınca St.Michael&St.Gudula Katedralini göreceksiniz. Gotik mimarideki bu görkemli katedrale giriş ücretsiz.

Katedral yakınlarında Brussels Park bulunmakta. Küçük bir park olmakla birlikte, temiz ve soluklanmak için ideal bir park.Park içinde bir havuz ve güzel heykeller de var. Parkın yokuşa doğru üst kapısından çıkar çıkmaz karşınıza Belçika Parlamentosu ve Royal Palace yani kraliyet sarayı çıkıyor. Kraliyet mensupları artık bu sarayda yaşamadıkları için saray, müze olarak gezilebiliyor. Sarayın aslı 12.yüzyılda inşa edilmesine rağmen, 18.yüzyılda çıkan yangın sonucu tahrip olduğundan yangından sonra yapılan çalışmalarla bugünkü şeklini almış. Kraliyet ailesi şehir dışında bulunan Laken şatosunda yaşamakta olup, resmi törenler Royal Palace’da yapılmakta imiş.  Binanın üzerine Belçika bayrağı asıldığında kralın saraya geldiğini anlayabilirsiniz.

Bu bölgede dolaşırken farklı mimaride bir bina çarptı gözümüze. Burası Müzik Aletleri Müzesi imiş. Dünyada yaygın olarak kullanılan enstrümanların sergilendiği müzede, verilen bir tablet yardımı ile tüm enstrümanların çıkardığı sesleri dinlemek mümkün.

IMG_5444a
Müzik Aletleri Müzesi

Brüksel bayır bir şehir olduğundan, tırmanışımız bizi seyir terasına çıkardı. Burada çok etkileyici bir manzara olduğunu söyleyemem. Yine de şehir hakkında size fikir verebilir. Seyir terasının hemen yanında bir cam asansör var. Bununla şehrin alt kısmına inip, üst kısmına çıkabilirsiniz. Bizim kadar zahmet çekmenize gerek yok yani 🙂

Seyir terasının hemen arkasında bakır kubbeli, devasa bir bina var. Kayıtsız kalmak mümkün değil. Binaya girip çıkan cübbeli hukukçuları bir süre gözlemleyince, bu binanın Adalet Sarayı (Palais De Justice ) olduğunu anladık. Belçikalılar da bizim gibi, Adalet Sarayı olarak adlandırmışlar bu binayı. Ama hakkını vermek gerek, binanın saraylardan aşağı kalır yanı yok. Yapıldığı 19. yüzyılda kapladığı 26.000m2 alanı ile dini binalar hariç, Avrupa’nın en büyük binası imiş. Ne yazık ki devasa bakır kubbesi, nazilerin bombardımanından kurtulamayıp, 1944 yılında çökmüş ancak 1947 yılında daha yüksek olarak yeniden inşa edilmiş.

IMG_5439a
Adalet Sarayı

Adalet Sarayından yukarı doğru çıkınca sağlı sollu Dünyaca ünlü markaların bulunduğu büyük ve geniş bir cadde var. Boulevard de Waterloo. Alışveriş meraklılarına duyurulur.

Belçika’nın sembolü Tin-Tin, bizim kuşağın iyi bildiği bir çizgi film karakteridir. Brüksel’de Tin-Tin ve diğer karakterlere ait hediyelik eşyaların satıldığı mağazalara rastlayacaksınız.

Son bir not: Belçika’nın eğlence ve aktivite merkezi olan Bruparck park alanı içinde Oceade water park, Kinepolis 24 salonlu sinema, yiyecek-içecek köyü, çocuk oyun alanları ve bizim Miniatürk’ün bir benzeri olan ‘Mini Europe‘ bulunmakta.  Parkın hemen  yanında “Atomium” ve “Planetarium” var. Bu park şehrin oldukça uzağında olduğu için ziyaret etme imkanımız olmadı. İnşallah bir dahaki sefere…

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s