2003 yılında tesadüfen keşfettik Cunda’yı. ‘Hadi bu hafta sonu Ayvalık’a gidelim’ deyip plansız programsız yola çıktığımızda kendimizi Cunda Adasında bulmuştuk. Cunda yani şimdiki ismiyle Alibey Adasının ismini bile duymamıştık o tarihte.
Niyetimiz denizinin methini duyduğumuz Sarımsaklı’da konaklamaktı ancak Sarımsaklı’daki kalabalığı ve düzensizliği görünce ‘biz burada kalamayız’ diyerek Ayvalık’ın yolunu tuttuk. Rastgele sağa sola bakınarak ilerlediğimiz yol bizi Alibey adasına yönlendirdi. Mevlana caddesine yöneldiğimizde karşımıza çıkan ilk otel olan ‘Cunda Otel‘ tabelasını görüp de ‘bir bakalım’ dediğimizde, bu otelin ve Cunda adasının müdavimi olacağımızı bilmiyorduk. Otele ilk görüşte bayıldık. O günden sonra da iki senede bir mutlaka gidiyoruz. Cunda Oteli, Alibey adasının en güzel yerine konumlanmış. Merkeze yakın tek kum plajın hemen hemen tamamına yayılmış. İki katlı otelin, zemin katındaki tüm odaların balkon kapısı sahile açılıyor. Odayla deniz arası sadece beş metre. Şimdiye kadar gittiğim hiç bir otelde sahile bu kadar yakın olmadım. Bilhassa küçük çocuklu aileler için çok ideal bir yer burası. Sahil kum. Konum itibarıyla fazla rüzgar yok. Deniz dalgalı olmuyor. Üstelik otel, Ayvalık yönüne baktığı için deniz çok soğuk da olmuyor. Gün içinde gezi tekneleri geçiyor. Hemen karşıda küçük bir ada ve üzerinde viran olmuş manastır var. Karşı kıyı Ayvalık ve Şeytan sofrası. Gece ışıklar yanınca manzara eşsiz oluyor.

Cunda oteli, oda kahvaltı sisteminde çalışıyor. Kahvaltı vasat, omlet bile ekstra. Oda fiyatları yüksek. Bunun en büyük sebebi Cunda adasında bu konumda başka bir otel bulunmaması. Odalar oldukça büyük. Üç kişi rahatlıkla kalabilir. Lakin yıllardır ne otel ne de odalar yenilenmiyor. (2021 sezonu itibarı ile durum hala böyleydi) Öğle ve akşam yemekleri için deniz kenarında muhteşem ambiyans sunan bir restoranı yanında da barı var. Akşam masalar kumsala hazırlanıyor. Menü zayıf, porsiyonlar küçük. Midenizi değil, gözünüzü doyurmaya gidin.
Ayvalık derin bir körfezin en iç noktasında. Bu nedenle Cunda adasının Ayvalık’a yakın bölümlerinde deniz her sene daha da kirleniyor. Gezi teknelerine sıkı denetim yapılması, atıkların kontrol altına alınması şart. Yoksa denizin dibi gitgide bataklığa dönecek 😦
Cunda adası Rumların yoğunlukta yaşadığı bir ada iken, mübadele zamanında Girit ve Midilli’li Türkler yerleştirilmiş. Alibey adası ismini ise, Kurtuluş savaşında padişahın ‘yunana teslim olun’ emrine uymayarak bölgede ayaklanma başlatan yarbay Ali Çetinkaya’dan almış.
Ayvalık’tan Cunda’ya geçmek için iki ayrı köprüden geçiliyor. Anakaradan hemzemin bir köprü ile önce Lale adasına geçiliyor, oradan da 1964 yılında yapılan Türkiye’nin ilk boğaz köprüsü ile Cunda adasına geçiliyor.
Cunda adasının bitki örtüsü genellikle zeytinlik ve makilik. Ayvalık çevresi ve Cunda adası sit alanı olarak koruma altına alınmış. Ada son yıllarda yerli turizmin gözdesi oldu. Bilhassa sahildeki sıra sıra balık lokantaları yazın büyük rağbet görüyor. Son iki yıldır sahildeki keşmekeş görüntü bir nebze azaltıldı. Önceden denizin hemen önünde bulunan lokanta ve çay bahçeleri arkaya çektirildi. Böylece turistlere deniz kenarında rahatça yürüyüş yapma imkanı sağlandı. Seyyar satıcı popülasyonu da bir nebze azaldı. Darısı plastik sandalye ve masaların başına diyorum…
Limandaki tarihi taş kahve hem turistlerin hem de fotoğrafçıların ilgisini çeken bir mekan. Taş kahve kadar ünlü bir başka mekan da ‘lokmacı imparator‘. Küçücük dükkanın önünde tatlı, vanilyalı lokmadan alabilmek için uzun kuyruklar oluyor. Cunda’nın balık restoranları meze çeşitliliği bakımından Türkiye’de birinci bence. Türkiye’nin hiçbir yerinde bu kadar çok ot çeşidi ve balık mezesini bir arada göremezsiniz. Bu sebeple meze yemekten balık yemeğe fırsat bulamadığımız çok olmuştur. Yıllardır adadaki balık restoranlarının çoğunu denemiş olmakla birlikte, kürkçü dükkanı misali yine dönüşümüz hep ‘Deniz Restaurant‘a olmuştur. En lezzetli mezeleri, ortalama fiyat ile burada yiyebilirsiniz. Bilinen ve çok rağbet edilen bir diğer mekan ise Bay Nihat. Kalitesi ve lezzetiyle kendini kanıtlamış bir markadır. Lakin fiyatlar biraz daha yüksektir. Kalabalıktan biraz uzaklaşıp güzel manzara eşliğinde balık mezesi yemek istersek de Teo’s Restaurant ‘ı tercih ederiz. Mezeleri midemizi, manzarası gözümüzü doyurur.
Cunda’nın diğer meşhur bir lezzeti ‘papalina‘ dır. Yumuşacık iskeleti sebebiyle kılçığını çıkarmadan yiyebileceğiniz bu küçük balık, çıtır çıtır kızartılarak servis ediliyor ve gerçekten çok lezzetli. Balık lokantalarının arka sokağında mandıralar bulunmakta. En bilineni Darbuka Kardeşler. Bu mandıralardan Ayvalık tulum peyniri, lor peyniri gibi pek çok süt ürününü alabilirsiniz.

Cunda’da balık ve meze dışında birşeyler yiyelim derseniz alternatifler pek fazla değil. Rum mahallesinin girişinde ‘Uno bistro‘ var. Güzel bir mekan. Yıllardır hizmet veriyor. Menüsünde kırmızı ve beyaz et, pizza, makarna ve salata çeşitleri var. Biliyorsunuz Ayvalık tostuyla meşhur. Üşenmezseniz 10 dakika uzaklıktaki Ayvalık merkezde ‘Hacıoğlu Aşkın tost evi‘nin Ayvalık tostu çok meşhur. Bir de bu yaz bir mekan keşfettik. Ayvalık’tan Cunda adasına giderken sahilde ‘Barbekü Edirne Köftecisi‘ var. Bahçe içinde temiz ve şirin bir mekan. Aile işletmesi. Köftesi, ciğeri ve mantısı nefis. Bir tür tatar mantısı olan peremeç de yapıyorlar. Yemekten önce ikram ettikleri salça da çok lezzetli. Anne eli değdiği hemen belli oluyor.
Cunda sadece sahil ve liman değil elbette. Sahilin arka taraflarına doğru uzanınca eski Rum mahallelerinin içine giriyorsunuz. Arnavut kaldırımı yollar, kapılarının önünde sohbet eden yaşlı Cunda sakinleri, taş fırını, mahalle bakkalı, rengarenk akşam sefalarıyla başka bir Dünya burası. Taştan yapılma konakların herbiri diğerinden güzel. Çürümeye ve yıkılmaya yüz tutan konakların bir kısmı, turizmin canlanmasıyla otel ve ev olarak renove edilmeye başlandı. Ziya bey Konağı, Siyah lale gibi pek çok güzel butik otel açıldı. Bu gelişmeler, eski Cunda evlerinin kurtulması bakımından çok sevindirici.

Cunda sahilde yıllardır haline üzüldüğümüz, neredeyse çökmek üzere olan devasa Rum yapımı taş bina, restore edilerek kurtarıldı ve 2021 sezonunda ‘Cunda Despot Evi’ adı altında butik otel olarak hizmete açıldı. Darısı diğer taş konakların başına 🙂
Rum mahallelerinin içinde son yıllarda sazlı sözlü meyhaneler, girit mezeleri yapan lokantalar açıldı. Oldukça hoş ambiyansları var. Bu mahalleler tıpkı Bozcaada’daki Rum mahallelerine benziyor. Cunda’nın bir de meşhur pastanesi var. Sahilin hemen arka sokağındaki Karadeniz Pastanesi hem dekorasyonu hem de ürünleriyle göz dolduruyor. Ev yapımı bademli, damla sakızlı, lorlu kurabiyeleri, kavala kurabiyesi, bademli keşkül muhteşem. İster kilo ile ister tek tek seçip tabağınıza alabiliyorsunuz.

Rum mahallesi Ortodoks Hristiyanlardan kalma pek çok kilise ve manastırı da içinde barındırıyor. Aşıklar tepesi olarak bilinen ve adanın her iki tarafını da görebileceğiniz seyir noktasındaki yeldeğirmeni ile Agios Yannis kilisesi Rahmi Koç’un girişimleri ile restore edildi. Kilisenin içi Sevim-Necdet Kent kütüphanesi olarak düzenlendi. Oğulları Muhtar Kent, büyükelçi olan merhum babasının 1300 adet kitabını bağışladı. Bu kütüphaneyi ziyaret ettikten sonra, terasta bir kahve içip manzarayı seyredebilirsiniz.

Cunda’ya ilk geldiğimiz yıllarda harap ve neredeyse yıkılmak üzere olan Taksiyarhis Kilisesi de, 2011 yılında Rahmi Koç müzesine tahsis edilerek restore edildi. Muhteşem bir müze haline getirildi. 1876 Rum ortodoks yapımı kilise, zamanında merkez kilise imiş. Mübadeleden sonra camii olarak kullanılmaya başlanmış, 1944 yılındaki deprem sonrasında da hasar görüp kaderine terkedilmiş. Neredeyse yıkılmak üzereyken imdadına Rahmi Koç yetişti ve kilise Cunda turizmine büyük katkı sağladı. Halen Cunda’da restorasyona muhtaç pek çok tarihi yapı, kilise, manastır, yel değirmeni bulunmakta. Zaman içinde herbirinin kurtulacağından ümitliyim…
Cunda merkezden tepeye sarıp Ortunç Otel yönünde ilerlerseniz Cunda Milli Parkının içine girersiniz. Tek şeritli ve virajlı bu daracık yol sizi mis gibi çam ormanlarının içinden önce Ada Camping, ardından da Ortunç Otel‘e götürüyor. Yol, Cunda Doğaköy sitesinde sona eriyor. Aynı rotadan Cunda’ya geri dönüyorsunuz.
Cunda hediyelik eşya cenneti aynı zamanda. Limanda bulunan çarşısında süs eşyaları, takılar, şapkalar, elbiseler, zeytinyağı ürünleri satılmakta. Bir kaç antikacı da bulabilirsiniz Cunda’da.
Ayvalık ve civarında kalanlar için küçük bir de tüyo vereyim. Sarımsaklı istikametinde Küçükköy (Yeniçarohori) adında eski bir Rum köyü var. Ayvalık’a 8 km. mesafedeki köy, Sarımsaklı plajlarına oldukça yakın.
Eski taş Rum evlerin korunmuş olması sebebiyle son dönemde hareketlenmeye başladı. Bir kaç cafe ve sanat galerisi açıldı. 400 kadar Rum evi renove edildi. Köyün tarihi 1462 yılına uzanıyor. Midilli adasını ele geçirmek isteyen yeniçerililer bir süre bu köyde yaşamış. Köyün sonraki sakinleri Rumlar, bu sebepten köye Yeniçarohori (yeniçeri evi) adını koymuş. Şimdiki sakinleri 1924 mübadelesi ile gelmiş Karadağlı Boşnaklar.
Günümüzde cami olarak kullanılan eski Ayiu Athanasiu kilisesinin bahçesinde Göç Müzesi bulunuyor ve bu müzede tamamı göçmen olan köy halkının hikayesi gerek fotoğraflarla gerekse köylüden toplanan eşyalarla sergileniyor.
Köy meydanında Boşnaklara has bazı lezzetleri tatmak da mümkün. Boşnak böreği, Soka (kaymak ve yoğurdun karıştırılarak çarliston biberlerin üzerine boca edilmesiyle elde edilen bir tür boşnak turşusu) , kuru et, potoplika (kuzu eti ve yufka kullanılan bir boşnak yemeği) lezzetlerini mümkünse deneyin. Son iki yıldır günübirlik turist populasyonunun artması ile, köyde butikler de açıldı. Ayrıca köy meydanı araç trafiğine kapatılarak, cafe ve çay bahçelerinin daha geniş alana yayılması ve ziyaretçilerin rahat dolaşması sağlandı. Köye son gittiğimde ‘rabusa’ diye bir cafe keşfettim. Köy sakinlerinden Boşnak bir aile açmış. Börekleri, boşnak mantısı, kalburabastı tatlısı muhteşemdi. Ayrıca meydandan kuru etimi, taze sebze meyvemi de almayı ihmal etmedim. Küçükköy bölgenin parlayan yıldızı. Görmeyi ihmal etmeyin.