Prag seyahatimiz esnasında, ismini duyduğumuz ve gitmeyi çok istediğimiz Doğu Almanya’nın tarihi şehri Dresden‘e de günübirlik bir gezi yapmaya karar verdik. Florenc istasyonundan gidiş dönüş 54 Euro’ya otobüs bileti satın aldık. Yolculuk yaklaşık iki saat sürdü. Tren ile gitmek isteyenler, Hlavni Nadrazi tren istasyonundan kalkan trenle de Dresden’e gidebilir. Dresden tren istasyonunun adı Hauptbahnhoft.
Eski Doğu Almanya topraklarında bulunan ve Elbe nehrinin kenarında kurulan Dresden’e , ‘Elbe’nin Floransa’sı’ da denir. Şehir hakkındaki en eski kaynaklar 1200’lü yıllara dayanmaktadır. Ancak Dresden’in en parlak dönemi 1806-1918 yılları arasında Saksonya Krallığı’nın başkenti olduğu dönemdir. Bugüne kadar ayakta kalmış muhteşem barok yapılar, güçlü August döneminin ihtişamını taşımaktadır. Dresdenliler de August’u minnetle andıklarından olacak şehrin merkezi noktalarına heybetli heykellerini yapmışlar.
Bu güzeller güzeli şehir ne yazık ki pek çok Alman kenti gibi, 2.Dünya Savaşında bombalanmaktan kurtulamamış. Dört yıl süren savaş boyunca açık şehir olmasına ve tek bir bomba dahi almamış olmasına rağmen, Almanya’nın teslim olmasına ramak kala, müttefik devletler bombalanan İngiliz kentlerine misilleme olarak şehri bombardımana tutmuşlar. Bombalama iki gün sürmesine karşın, fosfor bombası kullanılmış olması sebebiyle çıkan yangınlar söndürülememiş, şehrin büyük bölümü yıkılmış ve harabeye dönmüş. 28.000 binanın 24.000 kadarının yıkıldığı söyleniyor. Buna rağmen, Dresden bugün yine de pek çok büyük Avrupa şehriyle yarışabilecek kadar güzel bir şehir.
Yaklaşık 1 saat 50 dakika süren yolculuğumuz sonunda Dresden’in tarihi otogarına ulaştık. Buradan yürüyerek şehir merkezine ilerlerken, sağlı sollu küçücük pencereli, dev apartman blokların arasından gittik. Bu bölge şehrin yeni kısmı (Neustadt) kabul ediliyor. Bu yapılar kominizm döneminden kalma çok daireli apartmanlar. Hemen hepsinin altında marka giyim mağazaları var. Aralarına daha yeni binalar ve alışveriş merkezleri serpiştirilmiş. Bu çok katlı sevimsiz binalar, akşam ışıklandırılınca gözümüze daha bir güzel göründü. Biraz yürüdükten sonra gözümüze çarpan Alexi isimli restoranda öğle yemeği için oturduk. Şinitzel ve weissbeer söyledik. Şinitzel lezzetliydi ama weissbeer ondan da lezzetliydi. Çok makul bir hesap ödedikten sonra şehir merkezine gittik.

Şehir merkezi (Altstadt) tüm yıkıma rağmen, tarihi kimliğini korumuş. Yapılar, Saksonya Krallığının gücünü ortaya koyuyor. Barok mimari örneği kilise ve saraylar, müzeler hep bu bölgede. Görkemli Zwinger sarayı ile gezinize başlayabilirsiniz. Barok yapının en gösterişli ve büyük örneklerinden biri olan bu sarayın yapımına, August zamanında başlanılmış ancak bitimi 100 yıl sürmüş. Saray bahçesi ücretsiz olarak gezilebiliyor. Sarayın içi 15-19 yy.arası sanat eserlerinin sergilendiği dev bir müze. Fazlaca vakit alacağı için biz girmedik. Saray bahçesinden elbe nehrine doğru yürürseniz karşınıza Theater Platz çıkacak. Solunuzda bombalama sonucu büyük hasar görüp yeniden yapılan Opera Binasını göreceksiniz. Sağınızda ise Dresden Kalesi (Schloss Dresden) ve hemen onun yanında göze çarpan Yeşil Kubbe yer alıyor. Yeşil Kubbe içinde saray mücevherleri sergileniyor.
Kaleye doğru yürürseniz sizi Brühlsche Terrasse ‘a çıkaracak oval merdivenler karşılayacak. Bu merdivenlerden çıkıp terasta manzaranın tadını çıkarın ve bol bol fotoğraf çekin. Sık ve eski ağaçlarla dolu bu romantik terasın ünü tüm Avrupa’da biliniyor. Frauenkirche şehrin göbeğinde bulunan ve bombardımandan nasibini almış bir kilise. Sadece bir tek cephesi ayakta kalmış ve yıllarca bu şekilde kalmış. Uzun yıllar sonra yapımı tamamlanan bu kilise de gezilecek yerler arasında. Şehrin tarihi meydanında 1206 yılından başlayarak bugüne kadar hüküm süren Saksonya Krallarının, düklerinin resmedildiği 100 metre uzunluğunda porselenden yapılma bir duvar bulunmakta. Fürstenzug adı verilen bu duvar resimlerini dikkatle incelediğinizde, kıyafetlerin, silahların ve ulaşım araçlarının her yüzyılda ne kadar değiştiğini gözlemleyeceksiniz.
Brühlsche Terrasse’dan Agustus köprüsü manzarası
Elbe nehrinin karşı kıyısına geçmek isterseniz, Augustus Brücke köprüsünden yürüyerek geçebileceğiniz gibi, tramway ile de geçmeniz mümkün. Bu bölge inner neustadt olarak adlandırılıyor. Burada ilk gözünüze çarpacak olan Goldener Rieter olarak adlandırılan August’un altın heykeli. Şehrin işlek caddesi Albertplatz ve Martin Luther Platz da gezilecek yerlerden.
Bir bir süre sonra yürümekten yorulup mola vermek için güzel bir mekan aramaya başladık. Hava hafiften kararmaya başladığı sıralarda şehrin yerli halkı da yavaş yavaş sokaklara dökülmeye başladı. Yeni yıl ertesi olduğu için heryer gelin gibi süslüydü. Yerli halk, Prag’da da olduğu gibi sokaklarda kurulan seyyar pazarlarda atıştırıyor ve sıcak şarap içiyordu.
Bir süre bu sokaklarda dolaşıp, hediyelik eşya satan mağazaları gezdik. Meissen porseleninden yapılmış eşyalar, tahtadan oyuncak ve kuklalar çok güzel, bir o kadar da pahalıydı. Yalnızca magnet almakla yetindik.
Sokakları gezerken Dünya mutfağından örneklerin bulunduğu bir sokak dikkatimizi çekti. Meksika’dan Hindistan’a Arjantin’den İtalya’ya kadar pek çok restoranın bulunduğu bu cadde de en büyük restoranın Türk restoranı olduğu gözümüzden kaçmadı. Uzunca bir geziden sonra, Alman biralarının tadı damağımızda kaldığı için Freiberger Schankhaus adındaki bira evinde karar kıldık. Keçipeynirli salata ve kızarmış karides söyledik. Yanına olmazsa olmaz Freibergisch schwarzbier ile birlikte. Bu bira sarı renkte, bulanık bir bira. Yoğun ve aromatik bir tadı var. Ben şahsen Prag’da içtiklerimden daha lezzetli buldum. Almanların da tıpkı çekler gibi black ve caramel biraları var. Yine son derece makul bir hesap ödedikten sonra, otobüsümüzün kalkacağı terminale doğru yol aldık.

Dresden, Doğu Almanya hakkındaki tabularımı yıkan, sıcak,sevimli bir şehir. Bir yaz günü yeniden ziyaret etme isteğiyle Prag’a geri döndük.